Akropolis Müzesi ve Şehir Tarihi

Mitolojik Hikayeler Akropolis
Spread the love

Akropolis Müzesi, birçok esere ev sahipliği yapan büyük bir müzedir. Aşağıdaki yazı, bu müzedeki bilgilendirme yazılarından derlenmiştir. Atina Akropolü’nün tarihi eserler üzerinden ele alınıp kronolojik olarak işlenmiştir.

Ayrıca bakabilirsiniz: Atina Gezi Rehberi

Akropolis Kutsal Alana Dönüştürülüyor

Miken uygarlığının MÖ 1100 civarındaki çöküşünü, tarihçilerin “karanlık çağlar” olarak nitelendirdiği üç
yüzyıllık ekonomik ve kültürel gerileme izledi. Yine de insanlar hayatlarını yaşamaya ve işlerini yapmaya
devam ettiler. Arkeolojik buluntuların da kanıtladığı gibi, özellikle MÖ 9. ve 10. yüzyıllarda bazı alanlarda
belirli bir ilerleme kaydedildi.

Bu dönemin sonunda M.Ö. 8. yüzyılda Helen dünyası yeni bir döneme girmiştir. Sömürgeciliğin yayılması, zanaat ve ticaretin gelişmesindeki ilerleme ve şehir devletinin (merkezinde bir şehir veya büyük bir kasaba bulunan, antik Yunan’daki baskın siyasi yapıyı oluşturan özerk bir bölge) doğuşu, yavaş yavaş ekonomik ve kültürel bir gelişme ve devlet kurumlarında değişime doğuşuna yol açtı. Dahası, Olimpiyat Oyunlarının kurulması (M.Ö.776), Panhellenik dini ve politik öneme sahip büyük kutsal alanların yaratılmasına katkıda bulundu.

Atina’da krallık kurumu giderek zayıfladı. Siyasi ve dini otorite, zenginliğe ve geniş topraklara
sahip birkaç aristokrat ailenin eline geçti. Bu arada vatandaşlar Attika kırsalına ve Akropolis çevresine
dağılmış halde yaşıyorlardı. Her biri ortak bir kurucu ataya veya patriğe sahip olan ve her
birinin kendi dini ritüelleri olan klanlar (“fratriler”) halinde örgütlenmişlerdi. Bu vatandaşların çoğunluğu
sosyal ve ekonomik olarak toprak sahibi patronlarına bağımlı olan yoksul çiftçilerdi. Yeni yöneticiler, şehir devletinin idari işlevlerini Akropolis’ten aşağıdaki şehre aktardılar. Burada ilk Agora, vatandaşların ana toplanma yeri olarak gelişmeye başladı. Artık gündelik hayatın tüm işlemlerinin odak noktası haline gelen, atletik ve dramatik yarışmalara da ev sahipliği yapan Agora’da yavaş yavaş kamu daireleri ve işlevleri yoğunlaştı.

Tepenin zirvesi daha sonra tanrıça Athena‘ya ve diğer ölümsüzlere tapınım için ayrıldı. Kısa sürede şehrin merkezi dini tapınağı haline geldi. MÖ 7. ve 8. yüzyıllarda eski saray binalarının yerinde artık
şehrin koruyucusu Athena Polias‘a ve efsanevi Atina Kralı Erechtheus‘a adanmış küçük, muhtemelen
ahşap bir tapınak vardı.

Homeros‘un “Erechtheus ve Athena’nın evi” olarak adlandırdığı bu tapınaktan geriye, bugün Akropolis’te
yer alan yalnızca iki taş sütun kaidesi ve muhtemelen tapınağın alınlığını süsleyen Gorgon‘u gösteren bronz bir levha kalmıştır. Gorgon Medusa, Athena’nın yardımıyla kahraman Perseus tarafından öldürülen mitolojik canavardı. Antik Yunanlılar tarafından Gorgonelon olarak anılan Medusa‘nın kesik başı, kendisine doğrudan bakan herkesi taşa çevirme gücünü hâlâ koruyordu. Bu, Perseus tarafından Athena’ya bir hediye olarak sunuldu. Efsaneye göre Athena onu ya zırhına ya da koruyucu deri kalkan olan aegis‘e yerleştirdi.

Bu küçük tapınağa zengin Atinalı aristokratlar, değer sistemi soy ve mülkiyete dayanan bir toplumun
göstergesi olan pahalı bronz tripodlar (vitrin 13, 14) yerleştirirdi. Bu tapınak ve aynı noktada inşa edilen
halefleri (Eski Tapınak, Erechtheion), Atina’nın Akropoll’deki en kutsal ibadet yerini oluşturuyordu.
Atinalıların Zeus’un kendisi tarafından doğrudan cennetten gönderildiğine inandıkları, zeytin ağacından oyulmuş tanrıçanın kült heykeli (xoanon) burada bulunuyordu.

Ortasında Gorgon tasviri bulunan yuvarlak, dövülmüş levha, Atina Akropolü'nde bulunmuştur, MÖ 7. yüzyıl, Atina Akropolis Müzesi
Ortasında Gorgon tasviri bulunan yuvarlak, dövülmüş levha, Atina Akropolü’nde bulunmuştur, MÖ 7. yüzyıl, Atina Akropolis Müzesi

Tarihinin Başlangıcında Akropolis

Yaklaşık olarak Attika havzasının merkezinde yer alan kayalık bir tepe olan Atina Akropolü, yerleşim için en
uygun yer olarak çok eski zamanlardan beri seçilmiştir. Zirvesindeki açık, düz plato; mağaralar ve doğal tatlı su kaynaklarıyla dolu dik yamaçları; tabanından dört bir yana yayılan ova, güvenliği ve yaşamın tüm gerekliliklerini sunuyordu. Neolitik dönemin sonundan (MÖ 4. binyıl) itibaren gelişen yerleşim, en parlak dönemini Miken döneminde, Tunç Çağı‘nın sonlarında (MÖ 2. binyılın ortasından sonra) görmüştür.

Bu dönemde Attika, her biri bir kutsal alan etrafında örgütlenmiş ayrı yerleşim ve köylerden oluşan küçük
“beylikler” topluluğuydu. Böyle bir yerleşim yeri, belki de en güçlüsü, Akropolis civarında büyüdü.
Siyasi ve dini otorite, en yüksek yönetici ve başrahip olan bir kralın elindeydi. Kekrops, Erechtheus,
Pandion, Aegeus, Theseus ve Kodros, yerel mitolojide anlatılan daha iyi bilinen krallardan birkaçıdır.

Akropolis, ilk kez M.Ö. 13. yüzyılın ortalarında, o kadar büyük duvarlar kullanılarak güçlendirildi ki, sonraki nesiller onlara “Kiklop Duvarları” adını verdi, yani Yunan mitolojisinin doğaüstü yaratıkları olan Tepegözler (Kikloplar) tarafından inşa edildiğine inanıldı. Duvarlar zirveyi ve en önemli su kaynaklarını koruyordu. Tehlike zamanlarında tepenin hemen altında, tepenin kuzey ve güney yamaçlarında yaşayan nüfusa sığınma olanağı sağlıyordu.

Bu duvarlarla çevrili bölge, idari binaların ve soyluların evlerinin yanı sıra ana tapınakların bulunduğu kraliyet yerleşkesini içeriyordu. Burada bölge sakinleri, 2. vitrinde sergilenen küçük kil heykelcikleri ve idolleri adadıkları en eski tanrıçaları Athena‘ya tapınırdı. Bu sakinlerden biri, belki de M.Ö. 12. yüzyılda
yaşamış bir bakırcının bıraktığı bronz objelerden oluşan bir hazine (vitrin 4), bir duvarın taşları arasında bulunmuştur. Bunlar, daha sonraki tarihsel dönemlerin yoğun inşaat faaliyetlerinden günümüze kalan az sayıdaki izlerden bazılarıdır.

Attika’nın küçük topluluklarının tam olarak ne zaman bir idari bütün oluşturup Akropolis’te ortak bir ibadet merkezi ve yıllık ortak bir kutlama, Panathenaia Festivali etrafında birleştiği tam olarak belirlenememektedir. Klasik dönemde gelenek, bu gelişmeyi Miken dönemine yerleştirir.
Bundan “birleşme” olarak söz eder ve onu efsanevi Kral Theseus‘un işi olarak kabul eder. Şehrin adında “Athenai” olarak çoğul kullanılmasının da bu referansları yansıttığı düşünülebilir.

M.Ö. 1100 yılında, Miken uygarlığı çöktü. Atina geleneği bunu Dorların gelişiyle ilişkilendirdi. Kuzeyden gelen ve Yunan topraklarına yayılan Dor kabilesi, Attika’da asla kök salamadı. Bu nedenle Atinalılar, kendilerini yerliler olarak kabul etti. Bu durum onların sonraki tarihlerinde ve özellikle klasik dönemde Sparta‘nın Dor sakinleriyle olan çatışmalarında gururla vurguladıkları bir gerçektir.

Akropolis Müzesi Korai Başları
Akropolis Müzesi Korai Başları

Akropolis’in Bakireleri Korai

Akropolis’te tapınılan tanrının kadın doğası, belki de kutsal alanında dikilen en tipik adakların mermer genç kadın heykelleri olan Korai (tekil: Kore) olmasının nedenidir. Erkek benzerleri olan Kouroi‘lerde olduğu gibi, bu adaklar arkaik dönemde toplumun zengin üyeleri tarafından yapılırdı. MÖ 7. yüzyılın ortalarından beri bilinen Korai, Akropolis’te adak olarak ancak MÖ 570 civarında görülmeye
başlandı. Bu dönem, ilk büyük tapınağın inşasına denk gelmektedir.

Korailer hareketsiz duruyormuş gibi görünen heykellerdir. Ancak bir dizi ince ayrıntı vardır: Bir bacağın öne doğru kaydırılması; elbisenin elle hafifçe kaldırılması; çekingen, “arkaik” gülümsemenin yanı sıra bir dizi küçük, kasıtlı asimetri, sanatçıların bu formlara yaşam, doğallık ve hareket duygusu aşılama arzusunu göstermektedir.

Korai’lerin tam olarak neyi temsil ettiği bilinmemektedir. Onlar tanrıçalar, rahibeler, bir tanrıçanın hizmetinde olan kızlar veya ölümlüler olarak yorumlanmıştır. Ancak Akropolis Korai‘sinin arkaik dönemde genç kadınlık idealini temsil ettiğine hiç şüphe yoktur. Açık alanda, tanrıçaya çok daha yakın, yüksek kaideler üzerine yerleştirilmiş olan bu heykeller gerçekten de görülmesi ve keyif alınması gereken heykellerdi.

En eski Attika Korai‘leri ağır bir peplos giyerdi; bu kıyafet bedeni büyük ölçüde kaplar ve saklardı. Daha sonra, İonia ve Kiklad adalarının lüks kıyafetlerini benimsemişlerdir – ince ve narin chitonları, zengin pile ve katlarla süslenmiş şık bir himation altında, vücudun detaylarını ortaya çıkartırlardı. Bu eğilimin tek istisnası “Peplophoros“tur (“Peplos Kore”, Acropolis Müzesi, Envanter No. 679). Eski modaya uygun elbise giyer çünkü muhtemelen bir tanrıçayı, belki de Artemis’i temsil eder.

Beyaz olsun, renkli olsun kıyafetleri rengarenk desenlerle süslenmişti. Baş, kulak, boyun ve kollar, metal takılarla süslenmiş ya da bağlanmıştı. Korailerin çoğu, daha rahat yürüyebilmek için bir elleriyle uzun elbiselerinin eteğini kaldırırken, diğer elleriyle de tanrıçaya bir adak taşıyorlardı: bir meyve, güvercin ya da çelenk. Başlarının üstüne, kuş pisliklerinden korunmak için genellikle küçük bir disk (meniskos) metal bir sapla bağlanmıştı.

Akropolis Korai‘leri, diğer heykeller gibi, M.Ö. 480’de Perslerin felaket getiren öfkesine maruz kaldı. Atinalıların kalıntıları büyük çukurlara gömmesi, saçların, gözlerin, kıyafetlerin ve Korai’nin mücevherlerinin hala orijinal renklerini korumasını sağlamıştır. Akropolis kazılarında 75 Korai bulundu.

Akropolis Müzesi Korai
Akropolis Müzesi Korai

Athena Polias’ın Eski Tapınağı

M.Ö. 6. yüzyılın sonunda, antik çağda Eski Tapınak olarak adlandırılan yapı, Athena Polias‘ın küçük ahşap tapınağının yerini aldı. Yapının tam olarak ne zaman inşa edildiği kesin değil, ancak birçok kişi inşaatının M.Ö. 525 civarında, tiranlar Hippias ve Hipparhos‘un girişimiyle yapıldığına inanır. Diğerleri, tapınağın inşaatını M.Ö. 508-500 yıllarında, yeni kurulan demokrasinin zamanına yerleştirir.

Günümüzde, Eski Tapınağın temelleri, yaklaşık yüz yıl sonra inşa edilen Erekhtheion‘un yanında bulunuyor. Sonraki tapınaklar da bu kutsal alanda inşa edildi. Tapınak, Akropolis’in en kutsal yerinde şehrin koruyucu tanrıçasının kült heykelini (xoanon) barındırıyordu ve diğer tanrılar için ibadet ritüellerine ev sahipliği yapıyordu. Tapınağın hemen dışı, Panathenaik festivalinin kortejinin son bulduğu ve peplos giysinin, tanrıçanın ahşap heykeline giydirildiği ve “Athena’nın Büyük Sunağı”nda onlarca hayvanın kurban edilmesiyle sonuçlanan törenlerin yapıldığı yerdi.

480 M.Ö. yılında Persler tarafından tahrip edilen Eski Tapınağın alınlıklarını süsleyen mermer heykeller sadece parçalar halinde günümüze ulaşmıştır. Heykellerin, Arkaik dönemin en büyük Atinalı heykeltıraşlarından biri olan Endolos veya Antenor‘un eseri olduğu düşünülmektedir.

Bir alınlıkta (Acr. 631), tanrıların egemenliğini tehdit eden Devler ile Olimpos Tanrıları arasındaki savaşı (Gigantomachy) tasvir edilmektedir. Devler, Uranos (Gökyüzü) ve Gaia (Dünya)’nın çocuklarıdır. Antik Atinalılar için bu hikaye, ışık ve düzenin (Olimpos Tanrıları), karanlık ve kaos güçleri (Devler) üzerindeki zaferini sembolize etmekte ve yabancı istilacıları (barbarlar) püskürtmek için kendi mücadelelerini hatırlatmaktadır. Gigantomachy‘deki en ünlü sahnelerden biri, depremlerin kişileştirmesi olan dev Enceladus ile Athena arasındaki mücadeledir. Tanrıça muzaffer çıkarak devi denize atar ve Sicilya adasını onun üzerine fırlatarak etkisiz hale getirir.

Gigantomachy, Atinalı sanatçıların en sevdiği konulardan biriydi. Panathenaik festivali sırasında şehrin tanrıça Athena’ya sunduğu peplosa işlenmiştir. Akropolis Müzesi‘nde bu hikaye, bir mermer kabartma oyması (Acr. 120), vitrinlerde bulunan kilden kaplarda ve Parthenon’un doğu tarafındaki metoplarda yer almaktadır.

Tapınağın diğer tarafındaki alınlıktan da bir dizi parça günümüze ulaşmıştır. Bunlar, Hekatompedon‘un alınlığında tasvir edilen sahneye oldukça benzer şekilde bir aslanın bir boğayı yutmasını tasvir etmektedir. Mermer aslan başı (Acr. 69), köşe su giderlerinden birinden gelmektedir. Hermes ve başka bir tanrının bir arabaya bindiğini gösteren oyma kabartma levhalar muhtemelen tapınağın frizinden veya Atina’nın efsanevi kralı Kekrops‘a ait mezar anıtının muhafazasından gelmektedir.

Akropolis Müzesi'ndeki Gigantomachy Alınlığı
Akropolis Müzesi’ndeki Gigantomachy Alınlığı

Arkaik Renkler

MÖ 480 yılında Persler tarafından dramatik bir şekilde tahrip edildikten sonra Akropolis’e dönen Atinalılar gözlerine inanamadılar: etkileyici tapınaklar, parlak heykeller, yazıtlar ve sayısız küçük adak sunuları şekilsiz yığınlara dönüşmüştü. Tanrıçanın kutsal yerinde sonsuza kadar kalabilmeleri ve yeni Akropolis inşa edilebilmesi için tüm bu değerli kalıntıların kayalara oyulmuş çukurlara ve oyuklara gömülmesi aslında korunmalarına fayda sağladı.

1885 kışında arkeologlar bu gömülü hazineleri keşfettiler ve heykellerin yüzeylerinin tazeliği ve canlı renkleri karşısında şaşkına döndüler. Bu kadar çok sayıda ve böylesine iyi korunmuş renklere sahip önemli arkaik heykel eserinin gün ışığına kavuşması ilk defa oluyordu. Ne yazık ki, o dönemde konservasyon bilimi yeterince gelişmemişti ve fotoğrafçılık da arkaik renkleri doğru bir şekilde sunmak için gerekli tekniklere sahip değildi. Buna rağmen, heykeller keşfedildikten hemen sonra L. E. Gilliéron ve daha sonra W. Lermann tarafından yapılan suluboyalar paha biçilemez bir değere sahiptir.

Günümüzde ise, ileri teknolojiler kullanılarak bu renkler üzerine kapsamlı araştırmalar yapılmaktadır. Heykel dökümlerinde ve dijital rekonstrüksiyonlarda renklerin yeniden üretilmesi için çalışmalar yürütülmektedir. Bu alanda V. Brinkmann ve J. Stubbe Ostergaard gibi isimler önemli başarılara imza atmıştır.

Araştırmalar, rengin sadece basit bir dekoratif unsur olmadığını, heykelin estetik kalitesine katkıda bulunan önemli bir unsur olduğunu ortaya koymaktadır. Antik Yunanlılar için renk, farklı nitelikleri karakterize etmenin bir yoluydu. Tanrıların sarı saçları güçlerini simgelerken, savaşçıların ve sporcuların esmer tenleri erdem ve cesaretin göstergesiydi. Korai’lerin beyaz teni ise gençliğin zarafetini ve ışıltısını yansıtıyordu.

Üç gövdeli canavar, muhtemelen Eski Athena Polias Tapınağı’nın alınlığının bir parçası, Yunanistan. Yunan uygarlığı, MÖ 6. yüzyıl. Atina, Moussío (Akropolis Müzesi, Arkeoloji Müzesi)

Arkaik Dönem Akropolis

Arkaik dönem, M.Ö. 7. yüzyıldan Pers Savaşları’nın sonuna (M.Ö. 479) kadar olan süre, Atina için özellikle önemliydi. Bu dönemde, şehir-devletinin yapısı son haline büründü; sosyal ilişkiler dönüştürüldü; şehrin ekonomik ve kültürel gelişimi yola çıktı ve demokrasi kurumu doğdu.

Yine de, bu arkaik dönemin başlarında Atina hala bilinmezlikteydi. Servet ve gücün eşitsiz dağılımından ve aristokrat klanlar arasındaki süregelen rekabetten kaynaklanan sosyal kargaşadan zayıflamıştı. Drakon (MÖ 621/20) tarafından bir yazılı yasa kanununun taslağı, birçok sosyal adaletsizliği düzeltmeyi başaramadı ve MÖ 6. yüzyılın başlarında patlak veren yeni bir krizin çözümü, MÖ 594/3’te arkon olan Solon‘a emanet edildi.

Solon, fakir çiftçilere rahatlama sağlayan önemli önlemler aldı; onları bir kölelik biçimine sürükleyen borçları iptal etti; aristokrasinin ayrıcalıklarını ve gücünü kısıtladı: nüfusun çok daha geniş bir kesimine siyasi haklar tanıdı ve şehrin ekonomik kalkınmasının temellerini attı. Bu önlemlerin ılımlı ve dengeli karakteri hala devam eden iç kargaşayı çözemedi. Yeni çatışmalar, Peisistratos‘un iktidarını sağlamlaştıran fırsatlardı ve M.Ö. 561’de aristokratları devirerek tiranlığını kurdu. Solon‘un reformları, Atina’nın özgürleşmesini ve refahını sağladı; ticaret ve zanaatlar, özellikle seramik, gelişti; şehrin tahıl arzı arttı ve tarih sahnesine çıktı. Ana ticaret yolları koruma altına alındı; yeni dini sığınaklar kuruldu; ortak ritüeller güçlendirildi ve sanat ve edebiyat önemli ölçüde korundu.

Peisistratos M.Ö. 528/7’de öldü ve iktidarı oğulları Hippias ve Hipparchos‘a bıraktı, onlar da babalarının işlerini devam ettirdi. Ancak M.Ö. 514’te, bir romantik rekabet Harmonios ve Aristogeiton tarafından Hipparchos’un öldürülmesine yol açtı, daha sonra bunlar Tyrannicides (Tiran Katilleri) olarak onurlandırıldı. Bu olaydan sonra, Hippias zorba ve zalim bir hükümdar oldu ve bu durum, geniş halk kitlelerinde hoşnutsuzluğa neden oldu. Zorbalık, M.Ö. 510’da zorla sona erdirildi ve iktidar iki yılın ardından, M.Ö. 508/7’de eponim arkhon seçilen Klisthenes’e geçti. Asil bir aileden gelmesine rağmen Klisthenes, halkın (demos) orta ve alt sınıflarını destekledi. Onun gerçekleştirdiği devlet reformları, tarihte ilk defa, demokrasinin doğuşu için gerekli koşulları oluşturdu.

M.Ö. 6. yüzyıla gelindiğinde, Akropolis panhelenik öneme sahip anıtsal bir dini sığınak haline dönüşmüştü. Zirvesinde şimdi Athena‘ya adanmış iki büyük tapınak (Hekatompedos ve Eski Tapınak), küçük Athena Nike tapınağı duruyordu; tanrıça veya diğer ilah ve kahramanların yönlerini temsil eden tapınaklar ve değerli adakların (thesauroi) sergilendiği yardımcı binalar bulunuyordu. Akropolis’in etrafındaki açık alanlarda burada oraya renkli heykeller yerleştirilmişti ve şehrin politik gücünü ve ekonomik refahını ilan ediyordu. İşte bu arkaik Akropolis’ti.

M.Ö. 490’da Perslere karşı Maraton‘da kazanılan zaferden sonra, Atinalılar Athena’nın Hekatompedos’un yerine daha büyük bir mermer tapınak, “Proparthenon” inşa etmeye başladı. Ancak bu yarım kalmış yapı, M.Ö. 480’de Persler tarafından yıkıldı. Persler, Akropolis’i yerle bir ettiler ve tüm binalarını yıktılar.

Detay bilgi için bakabilirsiniz: Antik Atina Tarihi Yükselişi ve Çöküşü

Atina Akropolis Müzesi Hekatompedos Dişi Aslan alınlığı
Atina Akropolis Müzesi Hekatompedos Dişi Aslan alınlığı

Adaklar ve Adayanlar

Tanrıçanın lütfunu kazanmak ya da sadece onu memnun etmek için, insanlar onun sığınağına hediyeler (adaklar) getirirlerdi. Eski Yunanlılar için bu adaklar genellikle heykeller olurdu, yani bir tanrı veya tanrıçanın sevinmesine neden olacak bir adak. Sunulan adakların biçimi, ilgili ilahlığın doğasına ve adayanın sosyal sınıfına ve mesleğine bağlıydı.

Solon’un reformlarının ardından gelen sosyal değişimler (M.Ö. 594/3), şehrin politik hayatına katılımın sadece aristokrat soyu ile değil, aynı zamanda zenginlikle de belirlenmesini sağladı. Bu durum, Akropolis’e katkıda bulunanların sayısını önemli ölçüde arttırdı. Bir adak adayan, tek bir kişi veya bir grup birey olabilirdi; bir yurttaş, metoik (şehirde ikamet eden yabancı), aristokrat bir aileden biri veya sıradan bir zanaatkar, işçi, erkek veya kadın olabilirdi. Adak adayanların çoğunluğu erkek olmasına rağmen, genellikle kadın heykelleri sunarlardı.

Adakların türü, boyutu ve malzemesi, bağışçıların dindarlığının derinliğinden ziyade, mali güçleriyle belirleniyordu. Çok pahalı mermer heykeller, işlenmiş bronz işler ve lüks kaplar zengin kişiler tarafından sunulurken; kil figürinler, kil plaketler, büstler ve ayrıca küçük kaplar daha ziyade toplumun daha fakir üyeleri tarafından sunuluyordu. Bir süre sonra adaklar, bir kişinin ilk hasadından veya işinden elde ettiği ilk kazançtan ya da gelirin belirli bir kaynağından ondalık bir bölümü (dekate – “onluk”) şeklinde verilmeye başlandı.

Çoğu zaman, bir adağın veya heykelin tabanında, sunan kişinin adı ve bazen lakabı olan bir yazıt bulunurdu. Bu yazıtlar, hem adak sunan kişinin hem de o dönemin sosyal yapısı hakkında önemli bilgiler sağlardı. Örneğin, en büyük mermer Kore (Akr. 681), bir aristokrat aile üyesi tarafından değil, fakat Attika çömleğinin Akdeniz pazarında önemli bir pay kapladığı bir dönemde zenginlik getiren çömlekçi Nearkhos tarafından adanmıştır.

Bazen sanatçılar, eski metinlerden tanınan ve bu dönemde elde ettikleri önemli sosyal konum ve prestiji gösteren, eserlerine isimlerini kazırdı. Bu isimlerin çoğu Attika kökenli değildi. Bu da M.Ö. 6. yüzyılda Atina’da çalışan çok sayıda metoik (vatandaş olmayan) ve yabancının varlığını gösterir. Bu durum, dönemin zengin ve prestijli Atina’sında çalışan metoik ve yabancıların sayısının fazlalığını ortaya koyar.

Erkek Heykeller ve Diğer Adaklar

Arkaik dönem Athena tapınağında kadın Korai figürlerinin hakim olmasına rağmen, bir dizi farklı adak da bulunuyordu ki bu adaklar erkek figürlerini de içeriyordu. Bunlar, bilgelik ve zanaatkar ve işçilerin koruyucusu (Ergane) ve atların tanrıçası (Hippia) Athena’nın yanı sıra erkeklerle ilişkili özellikleri ve meslekleri betimliyordu. Ayrıca Akropolis, Zeus ve Poseidon gibi deniz ve yerel krallarla ilişkili erkek tanrıların ibadetlerine de ev sahipliği yapıyordu.

Akropolis’teki en eski erkek ithaf heykeli “Buzağı Taşıyıcısı”dır (Acr. 624). Arkaik dönemde diğer kutsal alanlarda da yaygın olarak sunulan çıplak genç erkeğin tipik formu olan Kouros, yalnızca iyi korunmuş tek bir heykelle temsil edilmektedir (Acr. 665). İkinci bir erkek figürü (Acr. 633) giyinik olarak betimlenmiştir; üçüncüsü diz çökmüş bir okçuyu göstermektedir (Acr. 599); dördüncüsü (Acr. 145), büyük olasılıkla Theseus ile haydut Procrustes arasındaki efsanevi mücadeleyi tasvir eden bir grup heykele aittir. Tiranlığın devrilmesinin ardından Theseus, Atinalılar için yeni bir Herakles ve demokrasinin güçlü bir simgesi
haline geldi.

Erkek heykellerin en büyük grubu atlı heykelleridir. Bunlar arasında en tanınmışı “Rampin Sürücüsü” (Akr. 590)’dür. Atlı heykelin başındaki zafer çelengi, devlet tarafından savaş atlarını besleme görevi verilen atlı bir sporcuyu ve at yarışında birinciyi temsil ediyor. Bu tür adaklar, savaş atları yalnızca bu sınıf tarafından sağlandığı için zengin atlı sınıfına mensup kişiler tarafından yapılmıştır.

rampin rider, Akropolis Müzesi
Rampacı Binici, Akropolis Müzesi

Heykeltraşlıkta olağanüstü bir tasvir olmasına rağmen, vazo boyamada oldukça yaygın olan bir diğer adak, bir Hippalektryon (at kafalı ve horoz bacaklı mitolojik yaratık) binen bir gençtir (Akr. 597). Bu adak, muhtemelen bir binicilik zaferini (kleetes race) kutlamak veya Akropolis’te bilinmeyen bir binanın alınlığını süsleyen daha büyükbir kompozisyonun bir parçası olarak yapılmıştı.

Zaferin kişileştirilmesi olan Nike, Akropolis’teki adaklar arasında Özellikle Panathenaik festivali sırasında sıkça karşılaşılan bir temadır. Bu türden adaklar arasında en dikkat çekici olanı, Maraton Savaşı‘nda düşen polemark Kalimakhos’un Nike’sidir (Akr. 690).

Ayrıca Akropolis’te, Athena ve diğer tanrıları – ve ölümlü insanları – tasvir eden rölyef plaketler ve kurban için oymalı mermer tabletler bulunuyordu (Akr. 581).

Ayrıca Sfenks heykelleri, kadın başlı ve aslan gövdeli efsanevi kanatlı yaratıklar, lüks lambalar ve lustral havzalar veya kutsal su kaynakları olan perirrhanteria’lar da vardı. Ayrıca bronz ve kil heykelcikler, oyma veya boyalı plakalar ve kaplar da vardı. Bazıları galerinin her iki yanındaki vitrinlerde görülebilirdi. Antik çağda, galerinin başlangıcındaki lebeler (vitrin 37) gibi daha büyük kaplar, diğer büyük adak sunularının çoğunda olduğu gibi, Akropolis kutsal alanının açık alanları boyunca uzun taş kaideler üzerine yerleştirilmişti.

Buzağı Taşıyıcısı, Akropolis Müzesi
Buzağı Taşıyıcısı, Akropolis Müzesi

Memurlar ve İşçiler

Akropolis‘te bulunan ve sadece burada görülen üç mermer heykel, üç oturan kâtibi tasvir etmektedir. Bu katipler, tablet yığınlarını taşıyan bir sandığın üzerinde yazmaktadır. Bu figürlerin, belki de MÖ 508’de demokrasi kurulduğunda ortaya çıkan bir görev olan Demos‘un kararlarını kaydeden katipler olarak yorumlandığı düşünülmektedir.

Ancak bazı kişiler bunların tanrıça Athena‘nın fonlarının hazinedarları olduğunu düşünmektedir. Hazine memurları, kura ile atanan on arkhondan oluşmaktaydı. Onlar, Atina vatandaşlarının dört sosyo-ekonomik sınıfından en yükseği olan pentakosiomedimnoi sınıfına mensuptular. Onlar on Atina kabilesini temsil ediyorlardı, bir yıl görev yapıyorlardı ve Akropolis’te depolanan para ve değerli eşyaları yönetmek ve kaydetmekten sorumluydular, ayrıca devlete borç verilen

Rölyef Acr. 577’de, Athena’ya bir madeni para uzatan oturan adam bazen bir haznedar olarak yorumlanır. Ancak başkaları, onu bir zanaatkarın Athena’ya yaptığı küçük bir mücevher adadığını düşünmektedir.

Eski tapınaklarda memurların tasviri beklenen bir durum olsa da, bu durum çoğunlukla vatandaşların çoğunluğunu oluşturan ve geçimlerini sağlamak için çalışan insanların durumuyla aynı değildir. Atina Akropolis’inde nadiren rastlanan ve isimleri dahi korunmuş zanaatkarların ve işçilerin bulunması bir istisnadır ve bu muhtemelen el işçiliğinin koruyucusu olan Athena Ergane‘nin ibadeti ile ilişkilidir.

Çömlekçi Acr. 1332 ve tabanı Acr. 3705’teki boyacılar gibi işçilerin tasvirleri, ancak Kore’nin tabanındaki tekstil işçisi gibi adaklarda mesleklerin açıkça belirtilmesi, yeni demokrasinin kurulduğu dönemde (MÖ 508’den sonra) insanların bir dereceye kadar sosyal özgüven kazanmaya başladığını göstermektedir.

Akropolis’te yapılan bulgular ve MÖ 6. ve 5. yüzyıllara ait Attika vazolarının zengin ikonografisi, Atina’da yaşayan insanlar, özgür vatandaşlar, metikler ve köleler hakkında farklı meslekler ile ilgili faydalı bilgiler sunmaktadır.

Heykeltıraşlar ve ressamlar, çömlekçiler ve vazo ressamları, demirciler, ayakkabıcılar, tekstil işçileri, tabakçılar, marangozlar, tüccarlar, kasaplar, zeytinyağı ve şarap üreticileri, fırıncılar, çamaşırcılar, dansçılar, fahişeler ve daha birçok meslek, ayrı ayrı meslekler arasında sosyal farklılaşmaya rağmen, en alt ekonomik sınıflardan bile insanların ortak yaşamda katılım talep ettiği ve bu katılımı sağladığı bir toplumu sergilemektedir.

Oturan Katip, Atina Akropolis Müzesi
Oturan Katip, Atina Akropolis Müzesi

Pers Savaşları ve Akropolis’in Yıkımı

M.Ö. 5. yüzyılın ilk on yılı, Yunanların Perslerin saldırgan genişleme politikasına karşı savunmacı savaşlarıyla geçmiştir. Atina’nın öncülük ettiği savaşlarda, Perslerin Yunanistan’a saldırısının başlıca bahanesi, coğrafi olarak onlara yakın olan ve yine de Pers İmparatorluğu’na boyun eğen Asya Minor’daki isyankar şehir devletlerine Atina’nın verdiği desteği göstermekteydi.

Persler iki kez Yunanistan’a karşı silaha sarıldı. İlk sefer, MÖ 490 yılında Maraton Savaşı‘nda yenilgileriyle sona erdi. Bu savaşta Atinalı askerler, komutanları Miltiades liderliğinde, korkmuş Atinalılara şehrin özgürlüğü ve demokrasi sisteminin hayatta kalması için doğrudan istilacılarla yüzleşmeleri gerektiğini ikna etmek zorunda kaldı. Bu savaşta Kallimachos adında bir Arhon-Polemarch öldürüldü ve Atina ona saygı göstermek için Akropolis‘e onun onuruna mermer bir Nike (Acr. 690) dikti.

Perslerin ikinci seferi on yıl sonra gerçekleşti. MÖ 480 Eylül ayında Salamis adası açıklarında gerçekleşti. Bu savaşta, General Themistokles‘in ısrarı üzerine inşa edilen Atina filosu, Pers gemilerini batırdı. Themistokles’in öngörüsü sayesinde, Laurion madenlerinde yeni keşfedilen gümüşten elde edilen gelir vatandaşlara dağıtılmak yerine savaş gemileri (triremler) inşa etmek için kullanıldı ve bu da savaşın sonucunda kritik bir rol oynadı.

Muazzam yenilgilerinden önce Persler, sakinleri tahliye edilmiş olan Attika’yı işgal edip yağmaladılar. Çoğu Atinalı, ulusal kahramanları Theseus‘un efsanevi vatanı olan Peloponnese‘nin kuzeydoğusunda bulunan Troezen‘e eşlerini ve çocuklarını gönderdi. Troezenliler, Atinalıları misafirperverlikle karşıladılar, onlara geçinmeleri için biraz para verdiler, çocuklarının ağaçların meyvelerini özgürce yemesine izin verdiler ve çocuklara eğitim verilebilmesi için öğretmenler ayarladılar. Bütün yetişkin Atinalı erkekler gemilere bindirildi ve Salamis‘te savaştı.

Düşmanlar Atina şehrine girdiklerinde, tanrıçanın hazinecileri ile birlikte birkaç yaşlı ve yoksul adamın ahşap evlerinden yapılmış palisatlarla aceleyle barikat kurduğu Akropolis dışında şehri boş buldular. Persler, yanan oklarla “ahşap tahkimatları” ateşe vermeyi başardılar ve kuşatılmış Atinalılar onlara taş fırlattılar. Sonunda Pers askerleri Kayayı ele geçirdiler, heykelleri aşağı attılar ve tapınakları ateşe verdiler. Muhteşem Akropolis, büyük bir harabeye dönüştü.

Burada sergilenen heykeller, şiddetli tahribat ve termal deformasyon izleri taşımaktadır. 19. yüzyılın sonunda, Akropolis‘in arkaik dönemine ait diğer heykeller, yazıtlar ve mimari parçaları ile birlikte Kayanın büyük kovuklarında gömülü halde bulunmuşlardır.

Erechtheion‘daki kutsal zeytin ağacı bile yakıldıktan sonra, kömürleşmiş ağacın yeniden filizlendiğine dair bir söylenti yayıldı. Salamis’teki büyük zafer Atinalıların özgüvenini artırdı. Şehirleri Yunan dünyasında lider bir rol üstlendi ve muhteşem klasik Akropolis, Perslerin tahribatı tarafından geride bırakılan kalıntıların üzerine inşa edildi

Pers Savaşlarından Sonra Akropolis

Truva Savaşı‘ndan bu yana ilk kez Yunanlıları birleştiren Pers Savaşları‘nın zaferle sonuçlanması,
tüm Helen dünyası için siyasi, kültürel ve askeri sonuçlar doğurdu.

Atina’nın ve filosunun oynadığı öncü rol, şehri Pers tehdidine karşı barışın ve Yunanistan’ın özgürlüğünün garantörü olarak pozisyonuna itti. Birçok Yunan şehri M.Ö. 478’de Perslerden gelebilecek gelecekteki tehditlere karşı bir ittifak oluşturdu. Bu ittifakın hazinesi, Delos‘ta, Apollon için kutsal Kiklad adasında tutuluyordu. Bu yüzden birlik, Delos Birliği olarak anıldı. Fon, gemi ve adamları sağlayamayan ya da sağlamak istemeyen ancak ortak savunma şemsiyesinden faydalanmak isteyen üye devletler tarafından sağlanan para katkılarıyla finanse ediliyordu.

Bu arada Akropolis‘te, Persler tarafından yıkılmasının ardından yıllarca yeni bir yapı faaliyeti olmadı. Bu durum, Atinalılar için o kadar travmatik bir deneyimdi ki, şehir ve kutsal alanı tekrar inşa etmek yerine gelecek esillerin hatırlaması için olduğu gibi bırakmaya karar verdiler.

Eski Tapınak’ın bir bölümünde Athena‘ya ibadet devam etti ve aceleyle onarılan bu bölümde halk, muhtemelen son Akropolis Korai’si olan “Propylaia’nın Kore’si“ni (Akr. 688) adak olarak adadı.

Propylaia Kore
Propylaia Kore

Pers Savaşları‘nı takip eden dönem, sanatçıların yeni ifade biçimleri aradığı ve eski arkaik gülümsemeden vazgeçerek daha ciddi bir ifade benimsediği, ayrıca heykellerin yüz ifadesi ve beden hareketlerinin daha doğal görünmesini sağladığı sanat için büyük bir heyecan zamanıydı. Bu “Sert Stil”, Pers Savaşları’nın fırtınasını takiben demokrasi kurumuna karşı yeni bir hayat tutumu sergiliyordu.

“Sert Stil”in en iyi örneklerinden biri “Kritios Çocuk”tur (Akr. 698), adını heykeli yapan sanatçıdan alır. Aynı stilde ve teknikte olan diğer eserler; “Sarı Saçlı Çocuk” başı (Akr. 689), “Düşünceli Athena” kabartması (Akr. 695) ve birçok diğer eser de bu döneme aittir.

Kritios Boy, Akropolis Müzesi
Kritios Adamı, Akropolis Müzesi

Klasik dönemde Akropolis’te adak adakları

Gezgin Pausanias MS 2. yüzyılda Atina’yı ziyaret ettiğinde, Akropolis geniş bir açık hava müzesi görünümüne sahipti. Zaten sanatseverlerin ve Atina’nın görkemli geçmişini sevenlerin tercih ettiği bir destinasyondu.

MÖ 5. yüzyılda Akropolis‘i dönüştüren büyük yapı projeleri ve MÖ 480’de Persler tarafından tahrip edilenlerin yerine yapılan yeni adak çalışmaları, Kutsal Kaya’nın fizyonomisini tamamen değiştirmişti.

Akropolis, Kutsal Kayalık üzerindeki Kore’ler (genç kızlar) ve zengin arkaik Atina aileleri tarafından adanmış atlı heykellerle doldurulmuştu. Akropolis demokratik Atina ve politik olarak aydınlanmış vatandaşlar tarafından adanmış adaklarla doldurulmuştu.

M.Ö. 4. ve 5. yüzyıllar boyunca, Akropolis üzerinde en çok mermer veya bronz adaklar yerleştiren devletti, özel bireyler veya aileler değil. Bunlar tanrıları, kahramanları ve mitolojik figürleri – aynı zamanda önemli kamu şahsiyetleri olan Perikles ve babası Xanthippos gibi – betimliyordu. Bu adakların varlıkları, azının korunmuş olmasına rağmen, Pausanias ve diğer antik kaynaklardan gelen tanımlarla iyi bilinmektedir; orijinal eserlerin antik kopyalarından ve Akropolis kayalığına oyulan ve bu bazların yerleştirildiği yerlerden bazılarının yaratıcılarının imzasını taşıyan çukurlardan kalmıştır.

Klasik Atina sanatında, mitolojik geçmiş demokratik güncel zamanı hizmet etmek üzere kurgulanmıştır. Şehir, alegori yoluyla miti kullanarak Helen dünyasındaki hakim pozisyonunu ilan etmiş ve vatandaşlarında vatanseverlik duygusunu canlandırmıştır. İşte bu mitolojik sözlük, Phidias‘ın öğrencisi ve meslektaşı olan Alkamenes tarafından Prokne ve oğlu Itys‘in heykelinde kullanılmıştır (Akr. 1358), M.Ö. 5. yüzyıldan günümüze ulaşabilen az sayıdaki eserden biridir. Atina Kralı Pandion‘un kızı Prokne, uzak Trakya Kralı Tereus‘a, kız kardeşi Philomela‘ya tecavüz edip onu dilsiz bıraktığı için ceza olarak kendi genç oğlunu kendi elleriyle öldürmüştür. Böylece Prokne, ideal Atinalı kadını temsil etmiş, babasının ailesini evliliğinin üzerine koymuş ve kişisel acısının üzerine ailesel bağlılığını koymuştur.

Prokne ve Itys, Alkamenes, Akropolis Müzesi
Prokne ve Itys, Alkamenes, Akropolis Müzesi

Pausanias’ın tanımladığı tüm eserlerin belki de en etkileyicisi, Pheidias tarafından yaratılan ve Atina Demos’u (halkı) tarafından tanrıçaya bir “aristeion” (tanıma) olarak adanan Athena Promachos’un (savaşta ilk) bronz heykeliydi. Perslere karşı savaşa yaptığı katkılardan dolayı. Heykel Propylaia ile Erechtheion arasına yerleştirildi ve 9 metre yüksekliğe ulaştı. Gündüzleri silahlı tanrıçanın
taşıdığı mızrağın ucu ve miğferinin tepesi parlayarak güneş ışınlarını yansıtıyordu ve denizden Pire kıyılarına yaklaşan herkes tarafından görülebiliyordu. MS 5. yüzyılda heykel Konstantinopolis’e götürüldü ve daha sonra yıkıldı. Bugün Akropolis’te kalan tek iz, Akropol’den kalan birkaç taştır.
heykelin tabanı.

Akropolis ve Onurlandırılan Vatandaşlar ve Yabancılar

Atina devleti, şehre önemli hizmetler veya katkılar sağlayan vatandaşları veya yabancıları onurlandıran kararlar alırdı. Bu onursal kararlar, mermere oyulmuş steller üzerine kazınır ve sıkça ziyaret edilen yerlere yerleştirilirdi. Böyle bir fermanın Akropolis’e konulması olağanüstü bir onur oluştururken, bu şekilde kabul edilen eylemler ve hayırlar, hayırseverlerin ve ailelerinin önemi şehrin en kutsal yerinde ölümsüzleştirildi.

Demokratik Atina’da, onurlar, devlet organları olan boulé (Konsey) ve ekklesia tou demou (Meclis) kararı ile verilirdi. Onurlandırılan kişinin hizmetleri veya iyiliklerinin önemiyle orantılı olarak tanınırdı. Bu onurlar, en basit şekliyle, halk önünde övgü ile ve bir çelenkle taçlandırılarak başlardı. Basit bir akşam yemeği ile devam ederdi. Sonrasında daha ayrıntılı takdir biçimlerine geçilirdi: kamu harcamalarıyla yaşam boyu yemek sağlama; Prytaneion’da yemek verme; bazen onurlandırılan kişinin soyundan gelenler için; yarışmalar veya tiyatro gösterileri düzenleme; bir portre veya heykel yaptırma; ya da Akropolis’te veya şehirde belirgin bir yere bir bronz heykel dikme. En büyük onur, hayırseverin Akropolis’te veya şehirde belirgin bir yere bir bronz heykelinin dikilmesi olurdu.

Helenistik krallıkların hükümdarları ve daha sonra Roma imparatorları için, daha büyük onurlar verilirdi. Çoğu zaman, heykelleri tapınakların içine yerleştirilirdi ve yerli tanrı ile birlikte yarı-tanrı olarak (synnaoi theoi) tapınırlardı, tapınağı ve dini ritüelleri paylaşırlardı. Atina zayıfladıkça, daha büyük ve cömert onurlar yabancı hükümdarlara verildi.

Samiler için onur kararnameleri, Akropolis Müzesi
Samiler için onur kararnameleri, Akropolis Müzesi

Yabancılara onur verilmesi Atina’nın dış politikasının bir parçasıydı. O dönemdeki güçlü şehirlerin veya Atina’nın önemli çıkarlarının olduğu yerlerin liderlerine odaklanıyordu. Atina’nın çıkarlarının önemli olduğu zamanlarda ve yerlerde, yabancılara Atina vatandaşı haklarının tamamını vermek büyük bir onur sayılırdı: yasal koruma, Atina’da toprak sahibi olma hakkı, Meclis toplantılarına katılma hakkı, Atina vatandaşlarıyla eşit vergi yükümlülüğü veya vergi muafiyeti. Diğer zamanlarda, “konsolos” veya “hayırsever” unvanı, topraklarına gelen bir yabancıya verilebilirdi.

Athena’nın kendisi genellikle bu kararnamelerin gücünü stelin tepesindeki kabartma kabartmadaki varlığıyla onaylıyordu. Onurlandırılan kişinin yanında, Acr stelindeki Abydos kartalı gibi, şehrinin koruyucu tanrısı veya sembolleriyle birlikte görünecekti. Diğer durumlarda, oyulmuş rölyef üzerindeki sahne, büyük panhelenik yarışmalardaki zaferlerini hatırlatarak ödülü alan kişinin prestijini vurguluyordu (Acr. 1349).

Akropolis ve Atina’nın Dış Politikası

Demokratik Atina’da, vatandaşları aslında devleti oluştururdu. Temsili sayıda vatandaşın bir araya geldiği bir toplantı, yasaları oylayan ve boule (Konsey) tarafından müzakere edilmek üzere hazırlanan kararnameleri ve kararları yayınlayan ekklesia tou demou’yu (Halk Meclisi) oluşturdu. Bu kararlar, tüm Atina vatandaşları, hem vatandaşlar hem de vatandaş olmayanlar için bağlayıcıydı.

Karar metinleri önce papirüs ya da tahta tabletler üzerine yazılırdı, sonra Akropolis’te taş steller üzerine kazınır ve mümkün olan en geniş halka açıklık garantisi verildiği yerlere yerleştirilirdi. Böylece yerler, Akropolis’te, şehrin ibadet merkezi olan yerlerde ve Agora’da, şehrin yönetim organlarının ve ofislerinin bulunduğu yerlerdi.

19. yüzyılda Akropolis’te yapılan kazılarda hem iç hem de dış işlerin düzenlenmesini içeren birçok kararname ortaya çıkarıldı. İlk kategoride, esas olarak şehir gözetmenlerinin yıllık raporlarıyla ilgili kararnameler, kamu projeleri için bütçenin gözetimi veya kutsal alanların fonlarının ve ekonomik işlerinin yönetimiyle görevlendirilen memurlar yer alıyordu. İkinci kategoride ise Atina ile diğer şehir devletleri arasındaki anlaşma ve ittifakları düzenleyen veya müttefiklerine belirli ayrıcalıklar tanıyan kararnameler yer alıyordu. Bu fermanların içeriği MÖ 5. ve 4. yüzyılda Atina’nın izlediği dış politikayı yansıtmaktadır.

Athena Nike Tapınağı için kararnameler içeren stel
Athena Nike Tapınağı için kararnameler içeren stel

    MÖ 5. yüzyılda ilk Atina İttifakının Atina Hegemonyasına dönüşmesi, Atina’nın müttefiklerinin iç işlerine oldukça açık bir şekilde müdahale etmesine yol açtı. Atina, hakimiyetini pekiştirmek için diğer birçok şehirde Atina yanlısı demokratik rejimler kurdu ve çekilmeye çalışan üyeleri İttifak’a geri getirmek için güç kullanmaktan çekinmedi. Atina ile Sparta arasındaki Peloponez Savaşı (M.Ö. 431-404) sırasında, büyük bir diplomasi ile hareket eden Atina, askeri öneme sahip şehirlere önemli ayrıcalıklar tanıdı. Ancak daha sonra İttifak üyelerinden alınan harçları ve katkıları savaş için artırdı. Sicilya’daki yıkıcı derecede pahalı sefer (MÖ 415-413) Atina için tam bir felaketle sonuçlandı. Sonunda savaşın sonu, Atina’nın Aegospotami‘deki yenilgisi (M.Ö. 405) ve Spartalıların sert şartlarını (şehrin savunma duvarlarının yıkılması, işgal edilen tüm bölgelerin teslim edilmesi ve siyasi sürgünlerin geri dönüşü) kabul etmesiyle geldi.

    MÖ 4. yüzyılın ilk yıllarında, Sparta’nın Yunanistan üzerinde kendi hegemonyasını kurma çabalarına karşı koymak amacıyla Atina, ikinci Atina İttifakını (MÖ 378/7) kurdu. İttifak, üyeleri arasında tam eşitlik esasına göre oluşturulmuş olmasına rağmen, bir kez daha bu ilkeye uyulmadı ve en önemli üyeler kısa sürede geri çekildi. Bunu takip eden savaşta Atina onları İttifak’a geri kazandırmayı başaramadı ve şehir, Makedonlarla yaşadığı çatışmada (MÖ 338’deki Chaeronea Muharebesi) bağımsızlığını kaybetti.

    Yukarıdaki olay ve gelişmelerin tümü: Atina’nın kendi çıkarlarını güvence altına almak için yaptığı savaşlar, ittifaklar ve aldığı önlemler Akropolis’te bulunan kararnamelerde anlatılmaktadır. Bu fermanların yazılı olduğu stellerin üst kısmı, içerikleriyle bağlantılı sahnelerle süslenmiştir: Tanrıça Athena sıklıkla müttefik şehrin koruyucu tanrısı veya adını taşıyan kahramanıyla veya şehirlerin, Demos’un veya şehrin kişileştirilmesiyle gösterilir.

    Atina, Akropolis ve Büyük İskender’in Halefleri

    Büyük İskender’in Doğu’daki fetihleri, antik dünyada köklü değişikliklere yol açtı. MÖ 323’te ölümünden sonra, onun muazzam imparatorluğunun toprakları, halefleri tarafından yönetilen daha küçük krallıklara bölündü. O zamana kadar antik Yunanistan’ın temel siyasi ve idari yapısı olan şehir devleti, tüm pratik amaçlar açısından artık sona erdi ve Helenistik krallıklar, Yunan dünyasının yeni siyasi, ekonomik ve kültürel merkezlerini oluşturdu.

    İskender’in ölümünden sonra, Atina kendini Makedon yönetimi altında buldu. Ancak iki devlet arasındaki çatışmaların ortasında kaldı. MÖ 322’de, general Antipater şehri ele geçirdi. Şehri, Makedon yanlısı bir oligarşik rejimi kabul etmeye zorladı. MÖ 317’de ise oğlu Cassander, Atina hatibi ve filozof Demetrios Phalereus‘u şehrin yönetici magistra’sı olarak atadı. Bu rejim, MÖ 307/6’da “Kuşatıcı” olarak bilinen Demetrios Poliorketes tarafından devrildi ve Atina devleti, minnettarlık göstergesi olarak ona ve babası Antigonos’a olağanüstü onurlar bahşetti.

    Takip eden yıllarda, Atina sık sık bağımsızlığı ve kendi demokrasi sistemini yeniden tesis etmek için savaşmak zorunda kaldı. Bu dönemlerde başarılı olduğunda bile, şehrin özerkliği nominaldi, dış güçler ve olaylar tarafından sınırlandırılmıştı ve zengin bireylerin hayırseverlikleri tarafından destekleniyordu.

    Buna rağmen, Atina geçmişinin ihtişamı sayesinde hayatta kalmayı başardı. Şehir, Yunanistan’ın eğitim ve kültür merkezi olmaya devam etti ve dünyanın dört bir yanından öğrenciler, Platon’un Akademisi‘nde, Lykeion‘da, Zenon’un stoasında ve Epikuros’un bahçelerinde ders veren büyük öğretmenlerden eğitim almak için yarıştılar.

    MÖ 5. yüzyılın klasik döneminden itibaren, Atina’nın sanat ve eğitim mirası geriye kalan tek şeydi. Yine de, bu mirasın devam eden etkisi sayesinde, Hellenistik krallıkların birçok hükümdarı, Büyük İskender’in örneğini takip ederek Akropolis’e gösterişli binalar ve muazzam heykeller dikti; bunlar arasında Granikos Savaşı‘nın ardından Parthenon’a asmak için gönderilen kalkanlar da bulunuyordu. Bu adaklardan sadece birkaçı günümüze ulaştı: İskender’in Makedonya tahtına çıkmadan önce yapılmış bir gençlik portresi (Acr. 1331) ve kabartma olarak oyulmuş yazıtlar ve sahnelerin bulunduğu birkaç heykel kaidesi.

    Büyük İskender Başı, Akropolis Müzesi
    Büyük İskender Başı, Akropolis Müzesi

    MÖ 2. yüzyıldan itibaren, Atina yeni bir dünya gücü olan Roma’nın etkisi altına girdi. Onun desteği karşılığında, Atina’ya Delos Adası‘nın (MÖ 166) kontrolü ve köle ticaretinden elde edilen muazzam karlar verildi. Genel olarak, Atina toplumunun üst sınıfları bu karlardan en çok faydalananlar oldu ve en sadık destekçileri haline geldiler, kademeli olarak demokrasiyi baskı altına alıp etkisiz hale getirdiler. Ancak MÖ 1. yüzyılın başlarında Atina, Roma’ya karşı mücadelesinde Pontus Kralı Mithridates‘in yanında yer alarak kamp değiştirdi. Bu eylemin sonuçları felaketti: MÖ 86’da Romalı general Sulla, aylarca süren bir kuşatmanın ardından Atina’yı ele geçirdi, nüfusun büyük bir bölümünü öldürdü ve şehrin birçok bölümünü yerle bir etti. Bu, Atina demokrasisinin nihai ve kesin sonuydu.

    Atina ve Roma

    MÖ 86’da Sulla tarafından ele geçirilmesinden sonra Atina’nın kaderi, Roma ile olan ilişkilerine bağlı hale geldi. Atina’nın geçmişteki itibarı ve Roma’nın entelektüel ve kültürel başarılarına duyduğu hayranlık, şehre olağan dışı bir özerklik derecesi ve kademeli bir yeniden canlanma sağlanmasına yol açtı.

    Birçok Roma imparatorunun ilgisi ve sayısız zengin hayırseverin bağışları sayesinde, Atina yeniden inşa edilebildi. Etkileyici kamu binaları inşa edildi ve sanat, edebiyat ve felsefe için önemli bir merkez olmaya devam etti. Okullarında devlet adamları, askeri komutanlar ve Cicero, Horace ve Ovid gibi önemli entelektüeller eğitim gördü.

    Akropolis ve anıtları, heykeltıraşlar ve mimarlar için bir ilham kaynağı ve dönemin güçlü kişilikleri için bir tanıtım aracı haline geldi. Roma mimarisi büyük ölçüde etkilendi ve zengin Romalılar, Yunan heykelleri, orijinalleri veya reprodüksiyonlarını toplayarak kültürlerini ve zevklerini gösterdiler. Antik heykel atölyeleri gelişti ve ürünleri, çoğunlukla eski eserlerin kopyaları ve yeniden yapımları, Roma ve diğer büyük şehirlerdeki pazarları ele geçirdi.

    Atina, geçmişinin idealize edilmesinden büyük ölçüde fayda sağladı. Romalılar, kendilerinden önceki Hellenistik hükümdarlar gibi, şehri Julius Caesar ve Augustus‘tan gelen parayla inşa edilen Roma Forumu, Hadrian İmparatoru tarafından tamamlanan Olympian Zeus Tapınağı, Kütüphane, Pantheon ve bir su kemeri gibi önemli yapılarla donattılar. Ayrıca, zengin Atinalı Herodes Atticus, Akropolis’in güney yamacında adını taşıyan odeonu (Herodeion) bağışladı ve Panathenaic Stadyumu‘nun Pentelikon mermeriyle yenilenmesini finanse etti.

    Akropolis, yamaçlarında ve şehir boyunca şekillenen büyük projelere kıyasla, yeni hiçbir bina kazanmamış gibi görünüyor. Bu gelişim ya da gelişim eksikliği, şans eseri gibi görünmeyen ancak klasik ideali somutlaştıran mekanı bozma veya tahrip etmeme kararı gibi bilinçli bir seçim gibi görünüyor. Tek istisna, 1. yüzyılın sonlarında Roma Tanrıçası’na ve ilk imparator Octavian Augustus‘a adanmış küçük bir dairesel tapınaktır.

     Roma ve Augustus Tapınağı (Atina) kalıntıları
    Roma ve Augustus Tapınağı (Atina) kalıntıları, Akropolis

    Akropolis’in gördüğü saygı, birçok Yunan tapınağı ve kutsal alan yağmalanıp artistik hazineleri çalınırken, Akropolis’in büyük çoğunlukta bağışlarını korumasına yardımcı oldu. Buna karşılık, Akropolis’te eski adaklara yenileri eklendi: tanrı heykelleri, özellikle Athena, hatipler, bronz hatip grupları, ünlü generallerin ve diğer magistraatların portreleri, filozofların portreleri, rahipler ve atletik veya diğer yarışmalarda kendilerini ayırt eden vatandaşlar.

    Atina’nın refahı, 267 yılında, Herulian kabilelerinin istilası ve Atinalılar tarafından şehirden kovulmadan önce aniden sona erdi. Büyük kısmı yok edilen şehirde, birçok tapınak, kamu binası, özel konaklar ve lüks villalar harabeye döndü. Hayatta kalan tek anıtlar ise Akropolis’te olanlardı.

    Antik Çağın Sonu

    267 yılında Heruliler tarafından Atina’nın yıkılması, şehirdeki eğitim faaliyetlerini önemli ölçüde etkilemedi. 4. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, birçok önemli kişi Atina’daki okullarda eğitim görmüştü. Bunlar arasında erken Hristiyan Kilisesi’nin iki büyük ismi olan Nazianzuslu Gregory (Gregory the Theologian) ve Kayserili Basil (Basil the Great) ile daha sonra imparator olan Julianus (Julian the Apostate) da bulunmaktadır.

    Heruli istilasından kısa bir süre sonra, Akropolis bir kaleye dönüştürüldü. Duvarlar onarıldı ve Propylaia’nın önünde, bir rampa ve bir kapı inşa edildi. Bu kapıya Beulé Kapısı denildi. Bu isim, 1852 yılında onu Türk Kale Burcunun altında keşfeden Fransız arkeologdan gelmektedir.

    Beulé Kapısı Akropolis
    Beulé Kapısı Akropolis

    330 yılında, imparator Konstantin I tarafından imparatorluğun başkenti, onun adını taşıyacak şehre taşındı ve Hristiyan dini resmi tanınırlık kazandı. Ancak Atina’da, bu tanınırlık pek az etki yarattı. Hristiyan cemaatin giderek artan gücüne rağmen şehir büyük ölçüde pagan kalmaya devam etti.

    4. yüzyılın son çeyreğinde ve 5. yüzyılın başlarında, 396 yılında Vizigotlar tarafından yapılan Alarik istilasından sonra Atina yeniden inşa edildi. Şehrin her yerinde, birçok özel okul ve akademiyi barındıran yeni kentsel villalar inşa edildi.

      Atina bir kez daha Yunan eğitimi ve düşüncesinin kültürel merkezi haline geldi. Neoplatonizm‘in son aşaması, Plutarch (heykelinin başı muhtemelen Acr. 1313 olan), Synesius, Proclus, Marinos, Isidoros ve son olarak Damaskios gibi ünlü filozofların liderliğinde prestij ve tanınma kazandı.

      Bununla birlikte, eski dinin hala canlılığının çoğunu korumasına rağmen, Hristiyanlık yayıldı ve giderek daha güçlü hale geldi. 5. yüzyılın ortalarında, eski tapınaklar artık faaliyet göstermiyordu. Akropolis, tanrıça Athena‘nın Kutsal Kayası olmaktan çıktı. Hristiyanlığın zaferi, 529 yılında Justinianus‘un, Atina’da felsefe ve hukuk eğitimi verilmesini yasaklayan fermanıyla mühürlendi. Akropolis’tekiler de dahil olmak üzere, birçok tapınak Hristiyan kiliselerine dönüştürüldü. Muhtemelen bu dönemde, eski mermer taht(Acr. 1366), Hristiyan Partenon’da Piskoposluk tahtı olarak hizmet vermek üzere Akropolis’e taşınmıştır.

      Atina, artık Bizans İmparatorluğu’nda küçük bir şehirdi. 7. yüzyılda bazı nispeten sınırlı inşaat faaliyetleri, Sicilya’ya seyahatinde İmparator II. Constans ile bağlantılıydı. Bu seyahat sırasında, 662/3 kışında Atina’da kalmıştı. Aynı zamanda, vitrinlerde sergilenen altın paraların gizlendiği zaman dilimi de buydu.

      Takip eden yüzyıllarda şehir daha da küçüldü ve nüfusu azaldı. Buna rağmen, Bizans İmparatoru IV. Leo‘nun (MS 768) eşi olan iki Atina doğumlu kraliyet gelini, Eirene ve Theophano ile Staurakios’un (MS 807) karısı, büyük gelirlerini toprak sahipliğinden elde eden zarif aristokratların varlığını sürdürdüğünü göstermektedir.

      Önerilen makaleler