Tanrı Pan, Yunan Mitolojisindeki doğa ile ilintili tanrılardan biridir. Birçok mite konu olmuştur ama aralarında belki de en ilginci “Tanrı Pan öldü!” diye duyulan bir çığlıktır! Yani insanın doğayla ilişkisi bitti!
MS 1. yüzyılda İtalya’ya giden bir gemi “Büyük Tanrı Pan öldü!” diye bir çığlık duydu. Sesin kaynağı hiçbir zaman bulunamadı, ancak mesaj iletildi. Tanrı Pan’ın ölümü ve doğayla olan simbiyotik ilişkisi, antik dünyada bile uzun zamandır ilgi çeken bir konu olmuştur. Doğanın tahribatı konusunda günümüzde yaşanan kriz modern bir endişe mi? Yoksa her zaman bir endişe kaynağı mıydı? Arkadya’nın efendisi büyük tanrı Pan’a ne oldu?
Yunan mitolojisinde büyük tanrı Pan vahşi doğanın hükümdarıydı. İsminin kökeni eski Arkadya dilindeki kır kelimesine dayanır. Daha sonra, antik Yunan toplumunda ismi Atina dilinde “her şey” anlamına gelen “παν” kelimesiyle ilişkilendirilmiştir. Toynakları, tüylü bacakları, tüylü bir kuyruğu ve boynuzları ile doğmuştu – bir bakıma yarı keçiydi.
Pan, yaşam güçleri ağaçlar, nehirler ve bitkiler gibi varlıklara bağlı olan doğa ruhları yani periler tarafından büyütülmüştür. Pan tüm tanrılar tarafından kutsal panteona kabul edildi. Tanrılar Pan’ı ağırlamaktan ne kadar memnunlarsa, doğanın kendisinden de o kadar memnunlardı. Tanrıların genellikle Yunanistan’ın dört bir yanındaki kırsal yerlerde bulunan kutsal yaşam alanları vardı. Tanrıların kolektif evi olan Olimpos Dağı, Yunanistan’ın en yüksek dağıdır ve doğanın yeşerdiği bir yerdir.
Arkadya, “pek çok su kaynağının bulunduğu ülke” olarak bilinirdi. Anlaşılacağı üzere, antik Yunanistan’daki en kırsal yerdi. Ayrıca tanrı Pan’ın eviydi ve tanrıya tapınmak için en gözde yerdi. Pan burada su perilerinin danslarına katılır ya da onları kovalarken ve vahşi doğanın güzelliğinin tadını çıkarırken görülürdü. Sık sık vadilerde, dağlarda ve kayalıklarda dolaşırken betimlenirdi. Yunan mitolojisinde, vahşi doğanın Tanrısı olarak özünde, çevresine yaşam ve canlılık aşılıyordu. Pan varken doğa en cömert halini alırdı.
Büyük tanrı Pan da müzikten hoşlanırdı. Bu yüzden sık sık sazıyla melodik ezgiler çaldığı görülürdü. Romalı yazar Nonnus, Pan’ın kırsal yaşamını aktarır. Şöyle der, “Melodik Pan keçi ya da koyun sürülerinin yanında oturur, bir araya getirilmiş kamışlar ile melodisini çalardı…” (Dionysiaka 45. 174 ff)
Arkadya genellikle insanların ütopik vahşi doğada yaşadığı bir ülke olarak bilinirdi. Antik Yunan’ın Altın Çağı’na en yakın yaşam Arkadya’daydı. Bu topraklar efsanelerdeki pek çok kırsal figüre ev sahipliği yapmıştır. Gezginlerin tanrısı Hermes burada doğmuştu ve bazen tanrı Pan’a yoldaşlık ederdi. Bazı mitlerde Hermes’in Pan’ın babası olduğu da söylenir. Bir ayı tarafından büyütülen Yunan kadın kahraman Atalanta ormanda büyümüş ve eşsiz bir avcı olmuştur.
Arkadya, Yunanistan’ın güney anakarasının bir parçası olan Peloponez’in ortasında yer alıyordu. Komşu şehir devleti Atina’nın zenginliği ve gücü arttıkça, Arkadya topraklarındaki yaya trafiği de artmıştır. Böylece, bu da el değmemiş yabani doğanın bozulmasına yol açmıştı. İmparatorluk büyüdükçe yeşil alan da yok oldu.
Arkadya daha sonra Romalılar tarafından ele geçirildi ve böylece İmparatorluk genişledi. Roma İmparatorluğu zirveye ulaştığında, Akdeniz’in her yerinde doğa, Roma’ya giden yollar ve diğer kentleşme projeleriyle tahrip edildi. İmparator Augustus zamanında, Roma şehri içinde su kemerleri ile 82 tapınak inşa etti. Ayrıca, Roma Forumu’nu tamamladı. Bu, Romalıların orijinal pastoral yaşamına göre büyük bir gelişmeydi. Romalılar başlangıçta Roma’nın yedi tepesinde kerpiç evlerde yaşıyorlardı, ancak kısa süre içinde topraklarını genişlettiler.
Rönesans mitolojisinde Arkadya bazen kayıp bir cennet ile bir tutulur. Bu imgeler aracılığıyla Rönesans döneminde yaşayan insanlar geçmiş bir zamana nostaljik bir özlem duydular. Öyle ki, Arkadya’yı daha huzurlu, pastoral bir zamanın sembolü olarak kullandılar. Sanatta doğa, insanoğlunun vahşi doğayla olan ilişkisini göstermek için çok popüler bir tema haline geldi. Doğa ve onun ebediliği, bastırılmış olsa da, sanatsal söylemin merkezi bir parçasıydı.
Roma İmparatorluğu döneminde, ikinci İmparator Tiberius zamanında Pan’ın ölüm haberi duyuldu. Romalı yazar Plutarkhos, De Defectu Oraculorum‘da bu hikâyeyi kaydeder:
“[Gemi] Paxi Adaları’nın yakınına gelene kadar gelgitle ilerledi; o anda bir ses duyuldu… Thamus’a sesleniyordu, hem de öyle yüksek bir sesle ki, tüm topluluğu hayrete düşürdü; … ses ona yüksek sesle, ‘Palodes’e vardığında, büyük tanrı Pan’ın öldüğünü duyurmaya özen göster’ dedi. … bu ses, duyan herkesi hayrete düşürdü ve bu sese kulak verilip verilmeyeceği konusunda büyük tartışmalara neden oldu…”
Bu absürd açıklamadan sonra denizciler bu çığlığa inanıp inanmamakta kararsız kaldılar. Pan’ın ya da Romalılar tarafından bilinen adıyla Faunus’un adı unutulmaya başlamıştı bile. Pan kimdi? Yine de mesaj Thamus tarafından önce İmparator’a, ardından da İmparatorluğun geri kalanına iletildi.
“Güvertede duran Thamus, yüzü karaya dönük, yüksek sesle mesajını iletti: Ulu Pan öldü! Bunu söyler söylemez, korkunç bir gürültü duydular. Sadece bir kişi değil, birkaç kişi birden inliyor ve hayretle ağlıyordu. Gemide çok sayıda insan olduğu için, bu olay kısa sürede Roma’da yayıldı. Böylece, İmparator Tiberius, Thamus’u çağırttı. Onun anlattıklarına öyle kulak vermiş görünüyordu ki, ciddiyetle bu Pan’ın kim olduğunu sordu.”
Büyük bir Helen hayranı olan Tiberius bile Tanrı Pan’ın adını ve kimliğini unutmuştu. Sonuç olarak, Pan ve “vahşi doğa” modası geçmiş ve unutulmuş oldu.
THOMAS COLE – BİR İMPARATORLUĞUN SEYRİ SANAT SERİSİ
Doğa, imparatorlukların ve kentleşmenin gelişmesi uğruna geri plana itilmiş olsa da insanlığın zihninden hiçbir zaman tamamen silinmedi. Thomas Cole’un Bir İmparatorluğun Seyri adlı sanat eseri serisi, doğa ve insanın döngüsel ilişkisini betimler. Eser serisi beş sahneden oluşmaktadır.
Birinci Aşama, Vahşi Evre, insanlığın gelişiminden önceki ekilmemiş, yabani toprakları tasvir eder. Doğa dünyaya hükmetmektedir ve insan onun öznesidir. Resim çok karanlık ve tekinsizdir, dizginlenmemiş yabani doğanın tehlikeli ve tehditkâr olabileceğini düşündürür.
İkinci Aşama, Arkadyan ya da Pastoral Evre, insanlığın yavaş gelişimini ve aynı zamanda doğayla derin ve sağlıklı bir ilişki içinde olduğunu göstermektedir. Manzara aydınlık ve pastoraldir. İnsanoğlu ve doğa huzurlu bir şekilde bir arada yaşar. Bu ikinci aşama genellikle Homeros Yunanistan’ının barışçıl ve bereketli dönemine, Tanrı Pan’ın insanlığın yaşamında çok önemli bir güç olduğu bir zamana benzetilir. Eserin başlığı olan “Arkadyalı”, Pan’ın yurduna ve varlığına gönderme yapmaktadır.
Üçüncü Aşama, İmparatorluğun Zirvesi, insanlığın doğaya nasıl hükmettiğini göstermektedir. Bu resim binalarla doludur ve doğa büyük ölçüde bastırılmıştır. Bu sahne “büyük tanrı Pan öldü” “çığlığını” yansıtır, çünkü doğa neredeyse hiç görünmemektedir. Doğa, kentsel ve emperyal gelişim pahasına yitirilmiştir.
Dördüncü Aşama, Yıkım, arka planın ön plana çıkmasıyla doğanın yükselişine işaret eder. Bu, Pan’ın canlandırıcı etkisini bir kez daha göstermektedir. Bu resimde insanlık isyan etmekte, cinayet işlemekte ve toplumu yağmalamaktadır. İnsanlık kendini yok ettikçe, doğa kaybettiği statüsünü geri almaya hazır bir şekilde varlığını güçlendirmektedir.
Beşinci Aşama, Issızlık, döngünün son evresidir. Bu resimde insan varlığı yoktur, sadece uygarlığın kalıntıları vardır. Doğa ve bitki örtüsü terk edilmiş binaların ve insan imparatorluğunun yıkılmış kalıntılarının üzerine yayılır. Bu, sembolik olarak Tanrı Pan’ın bir kez daha yükselişini yansıtmaktadır.
Thomas Cole’un döngüsel insan ve doğa tasviri, Pan’ın varlığının ya da “yabani olanın” tekrar tekrar önem kazanmaya ve gerilemeye devam edeceği fikrini savunur. Bunlar, doğanın ilk zenginliğinden başlayarak (Pan’ın tetikte olan bilinci), insanlığın gelişimi pahasına baskıya düşmesi (Pan’ın uykusu/ölümü) ve ardından medeniyetin çöküşünden sonra doğanın geri dönüşüdür (Pan’ın uyanışı/yeniden doğuşu). Ve böylece her şey yeniden başlayacaktır.
YAZAR HENRY DAVID THOREAU
Doğanın insan deneyiminin ötesinde bir şeyler sunabileceği sanatta popüler bir temadır. Yüzyıllar boyunca sanatçılar, iç gözlem, nostalji, sağduyu ve huzurdan yararlanan bir tema olarak doğaya geri dönmüşlerdir.
Henry David Thoreau, doğanın gücüne başvuran sanatçılara çok ilginç bir örnektir. Thoreau Amerikalı bir filozof ve transandantalist bir yazardı. Doğayı ve yaşamı daha iyi anlamak için bir süreliğine toplumdan ayrılıp ormanda yaşamaya karar vermiştir.
Walden ya da diğer adıyla Ormanda Yaşam adlı kitabında şu satırları yazmıştır:
“Ormana gittim çünkü bilinçli bir şekilde yaşamak, yaşamın sadece temel gerçekleriyle yüzleşmek, öğretmek zorunda olduğu şeyleri öğrenip öğrenemeyeceğimi görmek ve öldüğümde yaşamamış olduğumu fark etmemek istiyordum.”
Thoreau, doğayla daha fazla iç içe olma isteğine uygun olarak 1800’lerin ortalarında Massachusetts, Concord’un ortasındaki ormanda bir kulübeye taşındı. Burada Walden Göleti kıyısında yaşadı ve doğayı ve çevresindeki vahşi yaşamı inceledi. Bu deneyimin kendisine doğayla değerli bir ilişki ve varoluşa dair daha derin bir anlayış sağladığını hissetti. Thoreau’nun ormandaki yaşamı, aynı zamanda vahşi doğada dolaşan tanrı Pan’ın yaşamını derinlemesine yansıtmaktadır.
Hızlı kolonileşme ya da kentsel gelişimin yoğun olduğu dönemlerde yazarların huzurlu ve kırsal bir yaşam için nostalji hissetmeleri sık rastlanan bir durumdu. Bu dönem genellikle antik Homeros Yunan’ının pastoral diyarlarıyla ilişkilendirilirdi.
OSCAR WILDE VE PAN ŞİİRİ
Benzer şekilde, Batı dünyasının diğer ucunda, 1800’lerin sonunda İngiltere’de Oscar Wilde Pan şiirini yazmıştır. Şiir, Tanrı Pan’ın çağdaş dünyadaki varlığının eksikliğinden yakınır. Şiirden birkaç dörtlük:
Ey Arkadya’nın keçi ayaklı Tanrısı!
Bu modern dünya gri ve yaşlı,
Peki senden bize ne kaldı?
[…]
Birçok ağıt yakılmamış olsa da
Nehirlerimizin tuttuğu sazlıklarda uyur,
Ey Arkadya’nın keçi ayaklı Tanrısı!
Ah, senden bize ne kaldı?
[…]
Ah, bırak Arkadya’nın tepelerini,
Satirlerin ve onların ahlaksız oyunlarını,
Modern dünyanın sana ihtiyacı var.
[…]
Öyleyse trompetinizi yüksek sesle ve özgürce çalın,
Ve ver şu samandan kavalını,
Ah, Arkadya tepelerini terk et!
Bu modern dünyanın sana ihtiyacı var!
Bu şiirde Wilde, büyük tanrı Pan’ı modern çağa dönmeye çağırmaktadır çünkü Wilde’ın dünyası Pan’ın etkisini ve varlığını kaybetmiştir. Wilde’ın şiiri Pan’ın sadece uyuduğu fikrini uyandırır – onun uyanma ve geri dönme yeteneği vardır. Modern dünyada doğanın gücünü yeniden tesis etmek ve onu kendi özüyle yeniden diriltmesini istemektedir.
SONUÇ
Günümüzde, doğayı yeniden canlandırma ve dünyamızda yabani olandan geriye kalanları koruma çabası giderek daha fazla savunulmaktadır. Kaybedilen doğal alanları korumak ve yeniden yeşertmek için pek çok adım atılmıştır. Aslında bu, kayıp tanrı Pan’ın geri kazanılmasıdır.
“Pan’ı arayış” her geçen gün yükselmektedir. Şirketler daha çevre dostu olmaları konusunda uyarılmakta, siyasi kampanyalar küresel sağlık konusunda farkındalık yaratmakta ve çevre dostu uygulamalar günlük alışkanlıklara dahil edilmektedir.
İnsanlığın son yüzyıldaki çabaları doğayla sağlıklı bir ilişki kurmaya yöneliktir. Thomas Cole’un insanoğlunun yükselişinin kaçınılmaz olarak doğanın ölümüyle sonuçlanacağı yönündeki görüşünün aksine, insanoğlunun doğayla uyum içinde yaşamanın bir yolunu bulması mümkün müdür? Büyük tanrı Pan’ın ölümünü duyuran isimsiz ses, modern çağımızda tersine dönebilir. Wilde gibi, belki de insanlık o ses olabilir ve Pan’ın geri dönmesi için çağrıda bulunabilir.
Pan öldü mü? Yoksa sadece uyuyor mu?