Pygmalion ve Galatea: Yaratılış ve Aşk Hakkında Bir Mit

Mitolojik Hikayeler Pygmalion
Spread the love

Pygmalion ve Galatea‘nın hikayesi şimdiye kadar anlatılan en popüler klasik mitlerden biridir. Efsanede, Kıbrıslı bir heykeltıraş olan Pygmalion, kendi yaptığı Galatea adlı heykele aşık olur. Sonunda aşk tanrıçası Afrodit onun dileğini yerine getirir ve heykeli gerçeğe dönüştürür. Bu efsane, sayısız edebi uyarlamayı etkilemiş ve sayısız sanat eserine ilham vermiştir. Aşkın gücü ve sanatsal yaratım hakkında büyüleyici bir efsane olmaya devam etmektedir.

Bu makale TheCollector sitesindeki yazıdan çevrilmiştir.

HİKAYENİN KÖKENİ

Bugün bu efsane yaygın olarak Pygmalion ve Galatea efsanesi olarak bilinse de, antik dönemde durum böyle değildi.

Aslında Ovidius de dahil olmak üzere tüm antik yazarlar Galatea ismini görmezden geldiler. Efsane basitçe Pygmalion ve Heykelin hikayesi olarak biliniyordu. Bazı alternatif versiyonlara göre heykel Venüs’ün bir suretiydi ve Pygmalion da Kıbrıs kralıydı.

Galatea adından ilk kez Jean-Jacques Rousseau‘nun 1770 tarihli dramatik eseri Pygmalion’da bahsedilmektedir. Rousseau’nun heykel için Galatea ismini bulup bulmadığı ya da sadece ilk kullanan kişi olup olmadığı bilinmemektedir. Bununla birlikte, o andan itibaren bu isim yaygınlaşmıştır.

Peki ama neden özellikle Galatea denilmiştir? Bir görüşe göre, bu ismin 18. yüzyıl Avrupalı izleyicilerinin kulaklarına tanıdık ve antik gelmiş olması bir açıklama olabilir. Üstelik antik Yunan efsanesi Galatea ve Polyphemos o dönemde çok iyi bilinmekteydi.

Pygmalion and his statue (Lagrenée)
Pygmalion and his statue (Lagrenée)

ÖNCÜL HİKAYE: İLK FAHİŞELER PROPOİTİDES

Hikâyenin en eksiksiz versiyonu Ovid’in Metamorfozlar‘ında (X.243-297) karşımıza çıkar. Hikâye başka bir efsaneyle başlar; Propoitides efsanesi.

Propoitides Kıbrıs’ta yaşayan ve Venüs‘ün – Afrodit’in Roma’daki karşılığı – kendi tanrıçaları olduğunu reddeden bir grup kadındır. Buna öfkelenen Afrodit, tarihteki ilk fahişeler olan bu kadınları cezalandırır. Ovid’in anlatımıyla:

“Edepsiz Propoetides’ler Venüs’ün kutsallığını reddetmeye cüret ettiler, bu hata yüzünden (ve bu herkesçe bilinen bir şeydir) Venüs’ün gazabına uğrayarak bedenlerini ilk kez onlar kirlettiler; ve utanma duyguları öylesine kayboldu ki, iğrenç yüzlerindeki beyaz kan öylesine hızlı ve şiddetli bir şekilde yayıldı ki, küçücük bir değişimle sert ve cansız taşlara dönüşmelerine şaşmamak gerekirdi.”

(Ovid, Metamorfozlar)

Propoitides’in öyküsü, fahişeliğin tarihiyle ilgilenen herkes için ilginçtir çünkü mesleği ilgilendiren tüm kalıplaşmış yargıları, erkek egemen Yunan ve Roma toplumlarının fikirlerini mükemmel bir şekilde yansıtan kadın düşmanlığını iyi bir şekilde ortaya koymaktadır.

Bunun dışında, Ovid’deki Propoitides’in hikayesi Pygmalion efsanesinin başlangıcı olarak işlev görür. Pygmalion da Kıbrıs’ta yaşayan bir heykeltıraştır. Propoitides’in ahlaksız yaşam tarzını gördükten sonra şaşkına dönmüştür. Bu yüzden tiksintiyle, kadınlardan uzak, izole bir yaşam aramaya karar vermiştir.

Pygmalion and Galatea, the frontal views, c. 1890.
Pygmalion and Galatea,  Jean-Léon Gérôme, 1890

PYGMALION HEYKELİ YAPAR

Pigmalion bir heykeltıraş olduğu için mükemmel heykeli yaratmak istedi. Kadınlardan uzak durmaya karar vermişti belki ama hiçbir şey onu keskisini kullanarak ideal kadını yaratmaktan alıkoyamazdı.

Pigmalion’un ideal kadını bembeyaz fildişinden yapılmıştı. Oranları mükemmeldi. Gerçek hayatta hiçbir kadın Pygmalion’un yarattığının güzelliğine yaklaşamazdı.

Aslında heykel o kadar iyi yapılmıştı ki, birisi onu kolaylıkla gerçek bir kadın sanabilirdi. Tüm bunlar Pygmalion’un heykeltıraşlık yeteneğinden kaynaklanıyordu:

“Gerçekte yaşamın verdiği lütufla kusursuz bir bakire gibi görünüyordu, ama böylesine bir iffetin dışa vurumuyla tüm hareketleri dizginlenmişti ve dolayısıyla sanatı sanatını gizliyordu.”

Pygmalion and Galatea, Louis-Jean-Francois Lagrenee
Pygmalion and Galatea, Louis-Jean-Francois Lagrenee

PYGMALION HEYKELE AŞIK OLUR

Pygmalion çok geçmeden yarattığı eseri saplantı haline getirdi. Galatea sadece güzel değil, aynı zamanda mükemmeldi. Propoitides’in aksine, ahlaksız faaliyetlere katılması mümkün değildi. Heykelin güzelliği o kadar etkileyiciydi ki, birçok antik yazar bunun güzellik ve aşk tanrıçası Venüs’ün mükemmel bir portresi olduğunu söyledi.

Pigmalion aşık olmuştu. Elbette Galatea cansız bir varlıktı. Ama bu Pygmalion’un ona karşı büyük bir sevgi duymasını ve ona karısı gibi davranmasını engellemedi. Olayların akışı içinde heykeltıraş, Galatea’nın gerçek bir kadın olduğuna inanmak için kendini kandırmaya başladı:

“Eseri hissetmek için iki elini de kaldırır ve bunun fildişi olup olmadığını merak eder, çünkü ona gerçeğe daha yakın görünmektedir. – Zihni onu fildişi olarak düşünmeyi reddederek onu öper ve öpücüklerinin karşılık bulduğunu hisseder. Sevgiyle konuşur, dokunduğu yerlerde bir iz bırakıyormuş gibi hissettiren şefkatli elleriyle okşar onu, öyle gerçektir ki, heykeli hevesle okşarken onu incitmekten korkar.”

Dahası, tıpkı gerçek bir kadına yapacağı gibi, onu memnun etmek için heykele değerli hediyeler getirmeye başlamıştır. Ovid’in de belirttiği gibi, Galatea çıplak haliyle daha güzel görünse de, ona giysiler giydirip mücevherler takmaya başlamıştır. Son olarak Pygmalion, eserini yastıkları ve pahalı çarşafları olan bir yatağa yerleştirmiştir.

Venüs’ün festival gününde Pygmalion tanrıçaya bir adakta bulundu ve sunakta dururken fısıldadı:

“Eğer bu doğruysa,
Ey Tanrılar, her şeyi verebilirsiniz, dua ediyorum;
karım olarak […]
Benim fildişi [Heykelim] gibi bir tane.”

Venüs Pygmalion’un dileğini duydu ve onun ne istediğini anladığının bir işareti olarak alevi üç kez parlattı.

Pygmalion and Galatea, Laurent Pecheux (Pescheux)
Pygmalion and Galatea, Laurent Pecheux (Pescheux)

HEYKEL CANLANIR

Pigmalion eve döndüğünde, fildişi karısına yaklaştı ve dudaklarından öptü. O anda garip bir şey oldu. Bu kez onun dudakları sıcakmış gibi numara yapmak zorunda kalmadı. Bu kez dudaklar gerçekten sıcaktı ve insan dudakları gibi hissettiriyordu.

Büyülenen Pigmalion Galatea’yı tekrar öptü ve eliyle göğsüne dokundu. Dokunduğu yerde fildişi daha yumuşak ve daha sıcak hale geldi. Her yeni dokunuş ve öpüşte Galatea’nın heykeli biraz daha yumuşuyordu, ta ki sonunda:

“Bu et olmalı! Damarlar, parmaklarının özenli muayenesi altında nabız gibi atıyor. O zaman gerçekten de hayrete düşen delikanlı Venüs’e bol bol teşekkür etti; mest olmuş dudaklarını heykelinin dudaklarına bastırdı. Genç kız kendisine verilen öpücükleri hissetti ve yüzü kızararak ürkek gözlerini kaldırdı, böylece hem yukarıdaki ışığı ve gökyüzünü, hem de yanına eğilmiş onu seyreden sevgilisini gördü.”

Heykel artık canlıydı, Galatea olmuştu ve Galatea Pygmalion’un öpücüklerini hissedebiliyordu.

Pygmalion ve Galatea, bizzat Venüs tarafından evlendirildi. Evliliklerinden Baf şehrinin adını aldığı Paphos doğdu.

Pygmalion and Galatea, Jean-Léon Gérôme
Pygmalion and Galatea, Jean-Léon Gérôme

HİKAYENİN YORUMLAMALARI 

Pygmalion ve Galatea miti, antik sanatın temel gayelerinden birini mükemmel bir şekilde özetler; doğanın taklidi. Yunan ve Roma sanatına göre, sanat eseri doğayı olabildiğince kusursuz bir şekilde kopyalamalıdır. Bu gerçeklik arayışı, gözü aldatan gerçeklik yanılsamaları yaratmaya çalışan antik sanatçılar için bir saplantı haline gelmiştir.

Bu bağlamda, Pygmalion efsanesi sanatın sunduğu vaadi gerçekleştirir. Pigmalion o kadar yetenekliydi ki sanatını sanki sanat değil de gerçekmiş gibi gösterebiliyordu. Tıpkı Yunanlıların arzuladığı gibi, Pygmalion sadece doğayı mükemmel bir şekilde taklit etmedi. Doğada var olmayan mükemmel bir form yaratarak onu geliştirdi.

Pygmalion ve Galatea’nın da Greko-Romen dininin animistik doğasına mükemmel bir şekilde uyduğunu belirtmek gerekir. Antik çağdaki insanlar çevrelerindeki her yerde hayat görüyorlardı. Ağaçlardan nehirlere, yıldızlardan heykellerine kadar her şey canlıydı. Özellikle kült heykelleri tanrıların temsili olarak değil, tanrıların kendileri olarak düşünülüyordu. Bu fikri anladıktan sonra Pygmalion mitinin nereden geldiğini anlamak gerçekten zor değil.

Bu animistik geleneği Yunan mitolojisindeki başka hikayelerde de bulabiliriz. Efsanevi mucit Daidalos civa kullanarak heykellerine hayat vermiştir. Tanrılar Pandora’yı çamurdan yaratmıştır, Hephaistos ise Talos gibi otomatlar (kendi kendine çalışan makineler/robotlar) geliştirmiştir

Galatea’nın Pygmalion gibi hissedebildiği açıktır. Ancak kesin olmayan şey, onun özgür iradeye sahip olup olmadığıdır. Ovid’de Pygmalion ve Galatea evlenirler ancak Galatea’nın istediği gibi davranmakta özgür olduğuna dair gerçek bir kanıt yoktur. Daha çok Pygmalion’un iradesinin bir uzantısı gibi görünmektedir. Aslında, tek bir kelime bile söylemez. İnsan olmasına rağmen, yaratıcısıyla aynı konumda olmadığı açıktır.

Pygmalion ve Galatea, Louis Gauffier, 1797
Pygmalion ve Galatea, Louis Gauffier, 1797

HİKAYENİN FEMİNİST BAKIŞ AÇISI İLE YORUMU

Bu açıkça aşk ve yaratma aşkı hakkında bir masal olsa da, bu efsane Pygmalion ve Galatea’nın aşkı hakkında değil, Pygmalion’un aşkı hakkındadır.

En başından itibaren, Ovid’in bir erkek fantezisini keşfettiği çok açıktır. Bu fantezi, zamanın ataerkil standartları tarafından tanımlanan kadınlık sınırları içinde durmaktadır.

Pygmalion, sıradan fahişeler olan Propoitides‘in ahlaksızlığından iğrenir. Pygmalion’un Propoitides’te tüm kadınlarda bulunan doğal bir özellik gördüğü ve bu nedenle kendini soyutlamayı seçtiği ima edilir.

Propoitides’in tam karşıtı Galatea’dır. Mükemmel kadının ataerkil idealini temsil eder. Galatea hayal gücünün ötesinde güzeldir ve hiçbir cinsellik belirtisi göstermez. Propoitidesler asla kızarmaz ya da utanç duymazken, Galatea’nın bir insan olarak ilk eylemi kızarmak ve utanmaktır. Propoitides Afrodit’i reddederek tanrılara bile meydan okuyan güçlü bir bağımsızlık sergilerken, Galatea bizzat Afrodit tarafından yaratılmıştır ve itaatkârdır. Aynı zamanda pasiftir, oysa Propoitidesler doğal oldukları halde canlı ve yapmacıklardır.

20’nci yüzyıl bilim insanları agalmatofili terimiyle bir heykelin yanı sıra bir oyuncak bebek ya da mankene duyulan cinsel çekimi tanımlamışlardır. Pygmalionizm, birinin kendi yarattığına duyulan sevgiyi içeren bir agalmatofili biçimidir.

İskenderiyeli Clement, antik dine karşı Pygmalion ve Galatea mitini kullanan MS 2. yüzyılda yaşamış bir Hıristiyan yazardır. Clement, Yunanlılara Öğütler (4, sayfa 130) adlı eserinde tanrı heykelleri gibi putlara tapınmanın ahlaksız ve doğal olmayan davranışlara yol açtığını savunmuştur.

Clement, heykelin aslında Afrodit’in bir sureti olduğunu iddia eden bir rivayetten yola çıkmıştır. Clement ayrıca heykeller ve kült imgeleriyle cinsel ilişkiye girmeye çalışan erkeklere dair başka örnekler de eklemiştir.

Klasik sanatın doğayı yeniden üretme ve geliştirme çabasına yönelik bu eleştiri, idealizmin peşinden giden Hıristiyan ideolojisinin önemli bir parçası haline gelmiştir. Bu gelenek, özellikle Bizans İmparatorluğu olarak bilinen Roma İmparatorluğu’nun doğu yarısında yüzyıllar boyunca Hıristiyan sanatını etkilemiştir.

Önerilen makaleler