Mimari Akımlar Nelerdir diye kendinize soruyor olabilirsiniz. Bu bina Barok mu? Yoksa Neoklasik mi? Belki hiç umrunuzda olmayan detaylardır. Belki de gezerken keşke bu akımlar hakkında daha çok şey öğrenseydim diye düşünmüş olabilirsiniz. Bu rehber size bu mimari yapıları kısaca anlatmak için hazırlanmıştır.
1. Romanesk Mimari
Kısa Tarih: Ortaçağda açığa çıkmıştır ve 9. yy-12.yy arasında etkinliğini sürdürmüştür. İlk örnekleri İngiltere’de inşa edilmiştir. Roman Üslubu anlamına gelmektedir. Dönemin önemli yapıları olan Kiliselerde süslemeler dini amaçla yapılmaktadır. Bu yüzden kutsal figür ve sahneler sıklıkla kullanılmıştır. İlk dini heykeller Romanesk yapılarda kullanılmıştır.
Nasıl Tanırız?
– İç mekanda dini resim ve figürler, dış mekanda sıklıkla heykeller kullanılmıştır.
– Pencereler yüksekte, az ve küçüktür.
– Mozaikler, freskler (madeni boya ile duvar boyama), heykeller, oymalar ve resim sıklıkla kullanılmıştır.
– Tamamen taş tavan ve duvarlardan oluşur. Bu ağırlığı taşımak için tonozlar kullanılmıştır.
– Yarım daire kemerler kullanılmıştır.
– Çan kuleleri kullanılmıştır.
– Latin Haçı şeklinde kilise planları kullanılmıştır.
– Dekorasyon ve destek amaçlı figürlü sütunlar kullanılmıştır.
Romanesk mimari, ağır ve masif yapılara, kalın duvarlara, küçük pencerelere, yarı yuvarlak (tonoz) kemerlere ve büyük taş sütunlara sahip kiliseler, manastırlar ve katedraller ile karakterizedir. Bu dönemin binaları, genellikle koruyucu ve savunmacı özellikler taşıyordu. Sık sık surlarla çevrili kompleksler şeklinde inşa edilerlerdi.
Romanesk mimari, dini ve dünyevi gücün birleştiği, kuvvetli ve korunaklı bir yapı anlayışını temsil eder. Gotik mimari tarzının öncülü olarak, Gotik mimarinin daha yüksek ve ışıklı iç mekânlarına, sivri kemerlerine ve uçan payandalarına zıt bir estetik sergiler. Romanesk döneminin sonuna doğru, Gotik tarzın daha hafif ve yüksek yapıları daha popüler hale gelmeye başlamıştır.
2. Gotik Mimari
Kısa Tarih: 12. yy’da Başrahip Suger tarafından St.Denis Manastrı‘nın yeniden tasarlanması istendi. Bu manastır vitraylar, yüksek tonozlar ve sivri kemerler ile yeni bir tarzda inşa edildi. Bu yeni mimari tasarım kısa sürede tüm Avrupa’ya yayıldı.
Gotik mimari, Romanesk mimarinin ağırlıklı ve masif yapısının ardından, Orta Çağ’ın sonlarına doğru Avrupa’da gelişen bir mimari tarzdır. Yaklaşık olarak 12. yüzyılın ortalarından 16. yüzyılın başına kadar popülerliğini sürdürmüştür. Gotik tarz, özellikle katedraller, kiliseler, belediye binaları ve üniversitelerde kendini gösterir. Bu stil, adını, Rönesans döneminde küçümseyici bir şekilde “barbar” veya “Germen” anlamına gelen “Gotik” sözcüğünden alır, çünkü Rönesans sanatçıları bu tarzı klasik olmayan (yani Roma ve Yunan) olarak görmekteydi.
Nasıl tanırız?
– Renkli büyük vitraylar sayesinde içerisi fazla ışık almaktadır. Suger, yeni inşaa ettirdiği kiliseyi Tanrı’nın krallığı olarak görüyordu ve bu yüzden Tanrı’yı yaydığı ışıkla tasvir etmek istedi.
– Kemerler, pencerelerin üstleri ve tonoz kaburgaları sivridir. Cennete doğru yukarı uzanıyormuş hissi vererek sembolik anlam katılmıştır.
– Yaratık heykelcikleri ile bu yapılar süslenmiştir. Çatılara ya da siperlere koyulmuşlardır. Ağızlarında boşluk bırakılarak, yağmur yağdığında suyun zemine daha yavaş düşmesini sağlamak için kullanılmışlardır.
– Gotik mimari dikine yapılan yapılardır.
Örnek Binalar olarak St. Denis Manastrı(Paris), Notre Dame Katedrali(Paris), Chartres Katedrali(Paris), Cantenbury Katedrali (İngiltere), Westminster Abbey (İngiltere), Aachen Katedrali (Almanya), Cologne Katedrali (Almanya) verilebilir.
Fransa’da başlayan Gotik mimari hareketi, özellikle Notre Dame de Paris gibi yapıtlarla kısa sürede tüm Avrupa’ya yayılmıştır. Bu dönem, Avrupa’nın ekonomik ve sosyal olarak büyümesine paralel bir şekilde, şehirlerin ve burjuvazinin yükselişinin de bir göstergesidir. Gotik mimari tarzı, zaman içinde değişikliklere uğrayarak farklı alt türler geliştirmiştir. İngiltere’de Decorated ve Perpendicular stili gibi yerel varyasyonlar ortaya çıkmış, her bölgenin kendi coğrafi ve kültürel özelliklerine göre bu tarzı yorumladığı görülmüştür. Gotik tarz, sonrasında Rönesans mimarisi tarafından yerini alsa da, tarihi ve sanatsal önemi nedeniyle korunmuştur. Bazı durumlarda 19. yüzyılın Neo-Gotik canlanmasıyla yeniden popüler hale gelmiştir.
3. Barok Mimari
Kısa Tarih: Reform hareketi 16. yy boyunca Avrupa’ya yayıldıktan sonra 17. ve 18.yy’da bu dinsel değişime bağlı olarak İtalya ve Orta Avrupa’da doğmuştur. Karşı-Reform olarak geçen bu sanat Reform ile gücünü kaybeden Katolik Kilisesi tarafından bir planın parçası olarak geliştirilmiştir, böylece dini bölünmeyi engellemeye çalışmışlardır. 17. yy’da barok tarzı Katolik Kilisesi‘ni geçerek Kraliyet ailelerine ve aristokrasiye ulaşmıştır. Birçok saraylar, villalar, çeşmeler ve heykeller bu tarzda inşaa edilmeye başlanmıştır. Kaba ya da kusurlu inci anlamına gelen bir kelimeden türetilmiştir. Barok mimari klasik kural ve prensipleri reddeder.
Nasıl Tanırız?
– Simetriye karşı asimetri, durağanlığa karşı hareketliliği ve geometrik şekillere karşı eğriselliği kullanır.
– Renkler ve süsler yoğun olarak kullanılır.
– Barok kiliselerde sıklıkla tavanda gerçeksi resim sahneleri ile süslenir.
– Melekler tavanın kenarlarından eğilerek aşağıya yukarıdan bakar gibi görünür.
– Görkemli heykeller, fıksiyeli havuzlar, tavan freskleri(Madensel boyalarla sıva üzerine yapılan resimler) ve yarım bırakılan mimari eserler ile tanınır.
Örnek Binalar olarak Versailles Sarayı (Paris), Belvedere Sarayı (Viyena), St. Paul Kilisesi (Londra), Louvre Sarayı (Paris), Trevi Çeşmesi (Roma) verilebilir. Bu tarz, zaman içinde farklı bölgelere yayılarak yerel özellikler kazanmış ve böylece farklı barok mimari akımları ortaya çıkmıştır.
4. Rokoko Mimari
Kısa Tarihi: Genellikle 18. yüzyılın ilk yarısında, özellikle Barok dönemin sonlarına doğru Avrupa’da moda olan bir sanat ve tasarım stilidir. Barok’ta hakim olmuş şatafat ve efektlere karşı çıkarak doğal motifler ve soluk renklerden yararlanarak hafif ve zarafetli yeni bir üslup geliştirmişlerdir. Din dışı bir üslup olarak doğmuştur. Paris’te açığa çıkan bu üslup kısa sürede yayılmıştır. Rokoko tarzı, 18. yüzyılın sonlarına doğru neoklasik tarzın yükselişiyle popülaritesini kaybetmiştir.
Nasıl tanırız?
– “C” ve “S” kıvrımlar kullanılır.
– Beyaz arka plan üzerine parlak renkler, çelenkler, meyve ve çiçek dalları, midye kabukları gibi doğa motifleri kullanılmıştır.
– Asimetrik şekillere yer verilir.
– Dekoratörler sıklıkla ayna kullanır.
– Büyük boy pencere ve kapılar kullanılmıştır.
Örnek Binalar olarak 3. Ahmed Çeşmesi(Türkiye) , Catherine Sarayı (Rusya),Ottobeuren Manastrı(Almanya), Valencia Ulusal Seramik Müzesi(İspanya) verilebilir.
5. Neoklasik Mimari
Kısa Tarih: 18. yy’da Yunan ve Roma antik kalıntılarına yeni bir yaklaşım getirilerek geliştirilmiştir. 18.yy’da arkeoloji bilim dalı önem kazandıkça eski yerleşim yerleri açığa çıkarılmaya başlanmıştır. Böylece Antik Yunan ve Roma tarzının yeniden canlandırılmasıyla ortaya çıkmıştır.
Etrüsk üslubu, kazılarda ortaya çıkan boyalı Antik Yunan çömleklerinin Etrüsklere ait olduğu düşünülüyordu. Bu çömleklerdeki süslemelere benzer şekilde koyu zemine soluk kabartma figürleri kullanılarak geliştirilen süsleme sanatı bu yüzden Etrüsk olarak anılmıştır.
Nasıl Tanırız?
– Antik Yunan kolonları ön plandadır.
– Yunan anahtar deseni, palmiye yaprağı deseni, antemiyon(hanımeli çiçeği), asma dalı motifi sıklıkla kullanılmıştır.
– Duvarlar vurgulanmıştır.
Örnek Binalar olarak Pantheon (Paris), Brandenburg Kapısı(Berlin), British Museum(Lonra), Buckingham Sarayı (Londra) verilebilir.
Mimari Akımların Osmanlı Üzerine Etkisi
BAROK VE ROKOKO ÜSLÛBU (1730-1808):
- Nûr-u Osmâniye Camii (İstanbul) (Avrupa mimarîsinin ilk örneğidir.)
- Lâleli Camii (İstanbul), Eyüp Sultan Camii (İstanbul)
- Selimiye Kışlası (İstanbul)✦ Levent Kışlası (İstanbul)
- İshak Paşa Sarayı (Ağrı-Doğubayazıt) (1784)
AMPİR ÜSLÛP (1808-1860):
- Ortaköy Camii (İstanbul)
- Nusretiye Camii (İstanbul)
- Dolmabahçe Camii (İstanbul)
- Dolmabahçe Sarayı (İstanbul)
- Yıldız Sarayı (İstanbul)
- Alay Köşkü (İstanbul)
NEOKLÂSİK DÖNEM (1900-1930):
- Bebek Camii (İstanbul)
- Bostancı Camii (İstanbul)
- Haydarpaşa İskelesi (İstanbul)
- Alman Çeşmesi (İstanbul) (Alman İmparatoru II. Wilhelm’in hediye etmiştir)