Gölyazı, Türkiye’nin Bursa iline bağlı, doğal güzellikleri ve tarihi dokusuyla ön plana çıkan şirin bir köydür. Apollon tapınağı, tarihi evleri ve adeta bir tablo güzellikteki manzaralarıyla ünlü olan Gölyazı, Uluabat Gölü üzerindeki bu eşsiz ada köy, ziyaretçilerine huzurlu ve sakin bir kaçış noktası sunar. Özellikle gün batımındaki muhteşem manzarası ve yılın belli dönemlerinde gerçekleştirilen festivalleri ile ünlü olan bu yer, fotoğrafçılar ve doğa severler için vazgeçilmez bir destinasyondur.
Gölyazı tarihi hakkında kısa bilgiler:
Uluabat Gölü kıyısında bir balıkçı köyüdür. Diğer adı Apollonia’dır. Bir zamanlar Apollon Krallığının başkentidir. Göl’de yer alan Kız Ada üzerinde Apollon Tapınağı kalıntıları; Manastır Adası üzerinde ise Hagios Kostantinos Kilisesine ait kalıntılar bulunmaktadır.
1. Gölyazı Aziz Panteleimon Kilisesi’ni Ziyaret Edin
- Gölyazı’da günümüze ulaşabilen tek kilisedir.
- 19. yüzyılın sonlarına doğru inşa edildiği düşünülmektedir.
- Yunan klasik mimari: içte ve dışta düzensiz almaşık teknikle örülen yapı
- 2009 yılında harabe yapıyı Nilüfer Belediye’si tarafından restore edilmiştir.
- Giriş ücretsizdir.
- Göl Yazıevi yapının hemen yanında yer almaktadır. Yazar ve çevirmenler bu evde ağırlanarak, eserlerine destek olunmaktadır.
2. Zambaktepe ve Antik Tiyatro’yu Ziyaret Edin
- Tiyatro ana kayanın kesilmesiyle oluşturulmuştur.
- Tiyatronun 4 bin izleyici kapasitesi vardır.
- Göl ve ada manzarası buradan izlenebilir.
3. Ağlayan Çınarı Görmeden Gitmeyin
- 700 bin yılı aşkın yaşı vardır.
- Birbirine aşık Türk ve Rum’un mübadele ile ayrılmak zorunda kalması yüzünden yöre halkı tarafından bu ad verilmiştir.
- Ağacın altındaki yazıt Mehmet Okatan tarafından yazılmıştır.
“Tarihin verdiği yorgunlukla yan yatmış ulu bir çınar… Lakin yaşamaktan umudunu kesmemiş. Uzanmış öylesine bağrı yanık, yaprakları hüzün… İçi kan ağlarcasına, savaşlara, acılara, kara sevdalara tercüman olurcasına; ardında sevgi bahçesi, açamayan gonca bir gül. Önünde, oluk oluk gözyaşlarının eseri koca bir göl…”
Hikaye hakkında daha fazla bilgi için tıklayınız.
4. Yel Değirmeni ve İç Kale/Kent Surlarını Gezin
- Yeldeğirmeni yığma taş ve kerpiç derz kullanılarak inşa edilmiştir.
- Yeldeğirmeni Osmanlı dönemine aittir. 6 metre çap, 5 metre yüksekliğindedir.
- Kent surları 1 kilometre uzunluğundadır ve modern yerleşim hala bu surların içerisinde yer almaktadır.
5. Gölyazı’da Sandal Turu Yapın
- En büyüğü Halilbey Adası olmak üzere yedi adet adacık bulunmaktadır.
- Doğru mevsimde iseniz nilüfer çiçeklerini görebilirsiniz.
- Ada’nın her yerinde yarım saatlik tur kiralama fırsatı bulabilirsiniz. Yaklaşık ücret toplam: 40 TL
6. Leylekleri İzleyin
- Gölyazı leyleklerin göç yolu üzerinde bir uğrak.
- Elektrik direklerinin tepesinde, bacalarda leylekleri ve yuvalarını görmeniz muhtemel.
- Buraya 6 kilometre uzaklıktaki Leylek Köyü’nde Leylek Şenlikleri düzenlenmektedir.
Gölyazı İçin Bonus Bilgiler:
- Napolyon kirazı aslında Apolyont kirazı imiş. Yani Gölyazı’da yetişirmiş. Zamanla adı değişerek Napolyon kirazı olmuş.
- Kahvaltı gezmeden önce güzel bir başlangıç olabilir.
- Akşam yemeği önerisi: turna balığı ve yayın balığı (gölün güzel ürünleri)
- Kahve Ala: eski bir hamam olan bina bugün bir kafe şeklinde işletilmektedir. Meydana oldukça yakın bir lokasyondadır. Hamamın iç dizaynı bozulmadan korunmuştur.
“Sıcaktan al al olmuş yanaklarıyla, etli butlu kadınlar uzanır göbek taşına… Börekler açılır akşamdan, Tatlılar hazırlanır, şerbetler konur taslara… Şarkılar yükselir hep bir ağızdan, Keyifli sohbetler edilir… Hep bir sebep bulunur bu güzelliği paylaşmaya…”
Banyo hakkında ekstra birkaç bilgi de hamam duvarını süslemektedir:
“Antik çağ Yunan kültürüne ait bazı kaynaklarda insanların hayatlarında yalnız 3 kez yıkandıkları ifade edilir. Platon yıkanmayı lüks sayarkan, Plutarkos sadece uzun yoldan geldiğinde yıkandığını yazmış. Pisagor ise (M.Ö. 5 yy) her gün yıkanmayı şart koştuğu belirtiliyor. Hamamların ilk kez Sicilya’da yaygınlaştığı söylenilmektedir. Avrupalılar Roma İmparatorluğunun yıkılmasının ardından yıkanmayı terk etmişlerdir. Hamam kültürünü Roma’dan devralan Türkler için Osmanlı kadınlarının sık sık yıkanmasından dolayı ciltlerinin bozulduğunu söyleyen batılı yazarlar mevcuttur. 17. yüzyılda banyo kültürü Fransızlara geçmiş ve Louvre Sarayına banyo bölümleri eklenmiştir. Osmanlı’da hamamlar sadece yıkanma eyleminin gerçekleştirildiği bir yer değil aynı zamanda sosyal bir ortam olarak kullanılmıştır.”