Fenikeli Kadınlar, Euripides

Fenikeli Kadınlar Oyunu
Share the article 👇

Fenikeli Kadınlar, oyun yazarı Euripides tarafından yazılmış antik bir tragedyadır. Fenikeli Kadınlar oyunu, Hypsipyle ve Antiope oyunları ile beraber bir üçlemenin parçasıydı. Euripides bu üçleme ile  Şehir Dionysia Festivalinde ikincilik ödülünü kazanmıştır.

Euripides’in diğer oyunlarının bazılarından farklı olarak, koro olay örgüsünde önemli bir rol oynamaz, ancak çoğu zaman savaş durumlarının ortasında bulunan masum ve tarafsız insanları temsil eder. Vatanseverlik, hikâyede önemli bir temadır. Polyneikes bunu sıklıkla dile getirir. Öte yandan kardeşi Eteokles güve taptığını ve “doğru” kavramının bir uydurma olduğunu savunur. Jacoste kadın olmasına rağmen “akılcı” yaklaşımlar sergiler.

Oyun, Oidipus’un oğulları arasında geçen savaşı konu alır. Aynı olayı ele alan diğer bir antik oyun Aiskhylos tarafından yazılmış olan Thebai’ye Karşı Yediler oyunudur.

Euripides’in günümüze ulaşan 17 oyunundan biridir. Diğer 16 oyunu Türkçe’ye çevrilmiştir. Herbirinin özetini sitemde bulabilirsiniz. On yedinci ve Türkçe’ye henüz çevrilmeyen bu oyunu sizler için ben çevirdim.

Fenikeli Kadınlar, Bénigne Gagneraux, Kör Oidipus Çocuklarını Tanrılara Emanet Ediyor

Karakterler

OIDIPUS: Thebai Kralı
JOCASTA: Oidipus’un karısı ve annesi
ÖĞRETMEN
ANTIGONE: Oidipus ve Jocasta’nın kızı
FENİKELİ KADINLAR KOROSU
POLYNEIKES
: Oidipus ve Jocasta’nın oğlu
ETEOKLES: Oidipus ve Jocasta’nın oğlu
KREON: Jocasta’nın kardeşi
TEIRESIAS: yaşlı kör bir kahin
MENOIKEOS: Kreon’un oğlu
HABERCİ
BAŞKA BIR HABERCI

OYUN

Sahne Thebai’deki kraliyet sarayında geçer.

Jacosta sahneye girer – siyahlar giymiş yaşlı bir kadındır. Bir köylüye benzemektedir ama konuşmasındaki asalet bunu yalanlamaktadır. Giriş konuşmasını yapmak zorundadır: bu onu utandıracaktır, ancak konuşmasını en az telaş ve duygusallıkla yapmak için kendini hazırlamıştır. Bir dua ile başlayıp dua ile bitirir.

JACOSTA: Ey atları alev izleriyle ilerleyen Güneş, Kadmos‘un Fenike kıyısındaki evinden ayrılıp Thebai topraklarına geldiği gün, karanlığı delen ışının Thebai için ne denli talihsiz olmuştu.

Kadmos Afrodit‘in kızı Harmonya ile evlendi. [alaylı bir şekilde gülümser] Ve Polydorus‘un babası oldu, onun oğlunun Labdakos olduğunu söylerler, Ve Labdakos[temkinli bir şekilde] Laios‘un babasıydı.

Ben Menoikeos‘un kızıyım: Kreon benim erkek kardeşimdir; adım … Jocasta. [Utanç bir halde duraksar] Adımı babam seçti. Bana ne denileceğini ben seçmedim. Laios benimle evlendi. Yıllar süren evlilikten sonra hala çocuğumuz olmayınca, Apollon‘a gidip ülkeyi yönetmemize yardım edecek oğullar istedi.

Apollon dedi ki: “Thebai Kralı, atların otladığı zengin ülke, tohumunu karıklara ekme: Tanrılar şiddetle karşı çıktı. Eğer bir oğul doğurursan, o oğul seni öldürecek ve bütün evinin sonu kanlı olacak.”

Ama Laios sarhoş oldu ve sadece zevk almayı düşünerek içime tohumunu ekti. Bebek doğduğunda ne yaptığının farkına varmaya başladı – tanrının açık emrine karşı gelmişti.

Çocuğu Kithaeron Dağı‘nın tepesindeki Hera’nın Çayırı denilen yere götürüp çobanlara verdi ve ayak bileklerini metal bir iğneyle şişleyerek onu terk etti.

Bu yüzden tüm Hellas onu bu isimle tanıyordu – Şişik ayaklı Oidipus. Polybus‘un çobanlarından bazıları onu buldu. Zengin Korinth‘e götürdü ve Kraliçe’ye teslim etti. O da ona sımsıkı sarıldı: Benim sancılarla doğurduğum çocuğu kendi göğsüne bastırdı ve kocasına bir erkek çocuğu olduğunu söyledi. [Duraksar]

Zaman geçti. Oğlum büyüdü. Çok geçmeden yanağındaki ilk tüylerin çıktığını hissetti. Sezgi miydi yoksa biri ona söylemiş miydi? Anne babasının kim olduğunu öğrenmek için Apollon’un kahinine gitmişti – tam o sırada Laios da oğlunun hâlâ yaşayıp yaşamadığını öğrenmek için oraya gitmişti. Güzergâhları ikisini de aynı noktaya götürüyordu: Phokais‘te yolun ikiye ayrıldığı bir yere. Ve Laios’un şoförü oğluma bağırdı: “Yoldan çekil – kral geçmek istiyor!” Ama Oidipus sanki duymamış gibi yoluna devam etti, kibirli ve küstahtı. Atlar onu toynaklarıyla ezdi ve Oidipus’un ayakları kanamaya başladı. Ve sonra … ama tüm bu ayrıntıların ne anlamı var? Önemli olan suçtur. Oğul babasını öldürdü, arabayı aldı ve onu yetiştiren Polybus’a verdi. [Duraksar]

Zaman geçti. Canavar Sfenks Thebai’yi mahvediyordu, Ve artık bir kocam olmadığı için, kardeşim Kreon evlilik yatağımı ödül olarak koydu. Teklif edilen bendim – Sfenks’in bilmecesini çözen adamın ödülü.

Bir şekilde oğlum Oidipus, onun sözlerini anlayan kişi oldu ve gösterdiği bu gayretten dolayı bu toprakların hükümdarlık gücünü elde etti. Annesiyle habersiz evlendi, zavallı çocuk. Annesi de her gece yatağında sarıldığı kişinin oğlu olduğunu bilmiyordu.

Oğluma dört çocuk doğurdum: iki erkek –Eteokles ve güçlü Polyneikes – ve iki kız; birinin adını babası seçti, İsmene idi; ablası, benim tarafımdan adlandırıldı, Antigone.

Yattığı yatağın annesine ait olduğunu öğrendiğinde, Oidipus kendini vahşice, dehşet verici bir şekilde cezalandırdı. Gözlerini oydu, altın iğnelerimi göz çukurlarına sapladı. Kan revan içindeydi. [Duraksar]

Zaman geçti. Oğullarımın sakalları ilk çıkmaya başladığında, babalarını bir yere hapsettiler, anlatması çok zor, çok utanç verici hikâyesinin unutulmasını umarak.

Oidipus odasında bir mahkum olarak yaşıyordu. Zamanını oğullarını lanetleyerek geçiriyordu. En iğrenç küfürleri ediyordu. Hastaydı – başından geçenler aklını yitirmesine neden olmuştu. Kendi kendine şöyle sayıklıyordu: “Keskin kılıcıyla kardeşini öldürmedikçe hiçbir oğlum evimi alamayacak.”

İkisi de paniğe kapıldılar ve burada birlikte kalırlarsa tanrıların laneti harekete geçirebileceğinden korkarak, Polyneikes‘in -genç olanın- Thebai’yi terk etmesine -o gitmeye oldukça istekliydi- Eteokles‘in ise kalıp ülkeyi yönetmesine karar verdiler.

İkisi de paniğe kapıldılar ve burada birlikte kalırlarsa tanrıların laneti harekete geçirebileceğinden korkarak, Polyneikes’in -genç olanın- Thebai’yi terk etmesine -o gitmeye oldukça istekliydi- Eteokles’in ise kalıp ülkeyi yönetmesine karar verdiler.

Her yıl yer değiştireceklerdi. Ancak Eteokles tahttaki yerini sağlamlaştırdıktan sonra, onu tahtı geri vermeyi reddetti ve Polyneikes’i Thebai’den kovdu. Artık vatansız kalan Polyneikes Argos’a gitti. Orada kral Adrastos‘la dostluk kurdu, onun kızıyla evlendi. Argoslu mızrakçılardan oluşan güçlü bir kuvvetin başına geçerek Thebai’ye döndü.

Yedi kapısı olan şehrimize ulaşarak babasının asasını ve kendi payına düşen toprağı talep etti. Kan dökülmesini önlemek için oğullarımı ateşkes yapmaya, ellerine mızraklarını alıp savaşmadan önce buluşup konuşmaya ikna ettim. Gönderdiğim ulak Polyneikes‘in katılacağını iletti.

Ey cennetin parlayan katlarında yaşayan Zeus, kurtar bizi! Lütfen çocuklarımın barışmasına izin ver. Sen zekisin; aynı zavallı ölümlüyü defalarca kurban etmenin bir anlamı olamaz. [Saraya girer.]

Yaşlı bir adam – eski bir aile hizmetçisi – (Jocasta’nın az önce bahsettiği haberci) çatıda belirir. Onlu yaşlarının başında genç bir kız olan ANTIGONE, arkasındaki merdivene tırmanırken görülebilir.

YAŞLI ADAM: Leydi Antigone! Herkes ne kadar büyüdüğünden bahsediyor; baban seninle gurur duyuyor olmalı. Annen hususi odandan çıkıp Argos kuvvetlerini görmek için çatıya çıkmana izin verdi. Bekle! Önce araziyi gözetleyeyim, belki biri bizi sokaktan görür. Bunu yaparlarsa suçu bana atarlar – bir kölenin günlük işidir bu: ama sizi de suçlarlar: “Kraliyet prensesi, gösteriş yapıyor, ne kadar utanç verici!”

Kardeşinize ateşkes teklif edip karşılığını iletmek için oraya gittiğimde, düşman kampında duyduğum ve gördüğüm her şeyi size anlatacağım. [Çatıya tırmanır]

Sahil temiz! Görünürde hiçbir vatandaşımız yok! Merdivenden çıkın. Ayağınıza dikkat edin, oldukça çürüktür. Düşman kuvvetlerinin büyüklüğüne bakın! Ovanın tam karşısında, Hismenus ve Dirce boyunca.

ANTIGONE : Bana elini ver! İhtiyacım olan şey deneyimli bir el – bunların hepsi benim için çok yeni. Uzan ve merdivenlerden çıkmama yardım et.

YAŞLI ADAM: Tamam, dayan kızım! Tam da doğru zamanı seçtik. Argoslular harekete geçti – çeşitli taburlar yerlerini alıyor.

ANTIGONE : Leydi Hekate, Leto’nun kızı! Tüm ovanın bronzla nasıl parıldadığına bak – fırtınada çakan şimşekler gibi! Polyneikes kendini gururlandırdı – tam olarak yalnız gelmedi – tüm o atlar! Tüm o silahlar! Umarım kapılar sıkıca kapanmıştır! Duvarlarda taş yuvalara oturan bronz sürgülü düzgün kapılar var mı?

YAŞLI ADAM: Tanrı seni korusun, elbette öyle! Şehrin içinde hepimiz tamamen güvendeyiz. Ama şuna bakın – öndeki! Kim olduğunu biliyor musun?

ANTIGONE: En yakınımızdaki beyaz tüylü miğferli, ordusuna liderlik eden, kolunda büyük bronz kalkanı olan mı?

YAŞLI ADAM: Bir komutan, bayan.

ANTIGONE: Kim? Nereli? Dalga geçme benimle, adını söyle!

YAŞLI ADAM: Miken’den; evi Lerna vadisinde; o bir kral – Hippomedon.

ANTIGONE: Tanrım, muhteşem! Ama korkutucu da – gördüğüm bir Titan resmine benziyor, devasa bir dev, kafası yıldızların arasında – bugünlerde gördüğünüz türden adamlara benzemiyor!

YAŞLI ADAM: Dirce’de yürüyen adamı görüyor musun?

ANTIGONE: O farklı, zırhı oldukça tuhaf: kim o?

YAŞLI ADAM: Oineos‘un oğlu Tydeus – Aetolia’dan acımasız bir savaşçı.

ANTIGONE: Polyneikes’le çifte düğün yapan o olmalı: bir kız kardeşle o evlendi, diğeriyle de erkek kardeşim. Zırhı çok garip; hiç de Yunan’a benzemiyor.

YAŞLI ADAM: Bütün Aetolialılarda o garip kalkanlardan var, canım – ve hepsi de ciritle ölümcül atışlar yapar.

ANTIGONE: Zethus’un Mezarı’nın etrafından dolaşan, o güzel uzun saçları ve o güzel gözleriyle kim bu – ona bakarken bile halsiz düştüğümü hissediyorum. Komutan mı? Arkasında tam zırhlı bir birlik yürüyor.

YAŞLI ADAM: O Parthenopaeus, Atalanta’nın oğlu.

ANTIGONE: Sanırım oklarını alıp Artemis ve annesinin dağlardan inip onu ehlileştirmesi gerekecek! Böyle bir adamın şehrimi yok etmek için burada olduğunu düşündükçe!

YAŞLI ADAM: Tanrıçanın yardımını kullanabiliriz – ama [kaygıyla] düşman kendi tarafında adaleti sağlayarak geliyor: Korkarım tanrılar bunun farkında olabilir.

ANTIGONE: Ama o nerede? Kardeşim? Bu kadar kötü muamele gören Polyneikes nerede canım?

YAŞLI ADAM: Adrastos‘un yanında, Niobe’nin yedi kızının mezarının yanında. Gördün mü?

ANTIGONE: Onu tam olarak göremiyorum; sadece bir şekil, bir siluet – o olabilir. Keşke ona koşabilsem, rüzgarın savurduğu sis gibi sürüklenebilsem, kardeşime koşabilsem ve kollarımı onun sevgili boynuna dolayabilsem. Çok uzun zamandır uzakta ve onu çok özledim. Altın zırhıyla gerçekten göze çarpıyor, değil mi? Sabah güneşinin ilk ışıkları gibi parlıyor.

YAŞLI ADAM: Buraya gelecek, artık ateşkes sağlandı – yani dileğin gerçekleşecek.

ANTIGONE: Peki kim bu yaşlı adam, beyaz arabaya binen?

YAŞLI ADAM: Amphiaraos, hanımefendi, yani savaşçı rahip. Bunlar kurban edilecek olanlar: kanları yakında yeryüzüne akacak.

ANTIGONE: Selene, parlayan ay, yanan güneşin kızı! Atlarını nasıl güçlü ve sert sürdüğüne bak! Kırbaç sesini duy! Ama şu tehlikeli olan nerede, hani şu her zaman kentimizi paramparça etmekle tehdit eden?

YAŞLI ADAM: Kapaneos? Orada. Duvarlarımızın ne kadar yüksek olduğunu hesaplıyor – böylece saldırı merdivenleri yeterince uzun olacak.

ANTIGONE: [Çığlık atar] Ahhh! Nemesis! Zeus’un Gök Gürültüsü! Yıldırımlar! Böylesine alev alev yanan bir kibri bastırmak için insanüstü güçlere ihtiyacımız olacak! Kim olduğunu sanıyor bu adam, bir tanrı mı? Biz Thebaili kızları savaş esiri yapacağını, Argos’un kadınları için fistan dikeceğini ya da Amymone pınarında başımızda su kapları taşıyarak köle olmaya zorlayacağını sanıyor. Lütfen asla, asla, böyle bir köle olmama izin verme, kutsal Artemis, Zeus’un altın saçlı kızı!

YAŞLI ADAM: Pekala, bayan. Saraya geri dönüp saklanın ve kendi odanızda kalın. İstediğin her şeyi gördün ve bu sana çok iyi gelecek. Bir kalabalık geliyor. Bütün şehir kargaşa içinde – kraliyet sarayına yaklaşan bir kadın kalabalığı var. Dedikodu bezirganları – kadınlar için kullanılan kelime bu: Onları harekete geçirecek küçük bir şeye ihtiyaç duyarlar – başlangıçta ufak bir şeydir, ama yayıldıkça kısa sürede büyür. Kadınların birbirlerinin adını lekelemekten daha çok sevdiği bir şey yoktur.

Merdivenden geri inerler ve Koro tarafından görülmemek için gözden kaybolurlar. Esmer ve egzotik görünümlü genç kadınlar olan KORO içeri girer. Fenike’dendirler, Apollon’a hizmet etmek üzere seçilmişlerdir ve Delfi’ye doğru yola çıkmışlardır, ancak savaş nedeniyle Thebai’de mahsur kalmışlardır. Dolayısıyla hem tamamen yabancıdırlar hem de Thebai’nin kurucusu Kadmos aracılığıyla Thebai halkıyla ve İo aracılığıyla da Argos saldırganlarıyla uzaktan akrabadırlar.

KORO

Birinci dörtlük (Koro’nun yarısı)

Denizin yıkadığı Tire’den yelken açtım
Fenike adasındaki evimden,
Ve buraya geldim – ben özel olarak seçilmiştim-
Parnassos’un karla kaplı
tepelerinin altındaki
Delfi’de yer alan Apollon’un tapınağına
hizmet etmek için.
Biz İyon Denizini geçtik,
Gemiyi hatırlıyorum -çam kokusunu da-
Ve Sicilya’dan gelen Batı Rüzgarı
Cam gibi denizin üzerinden
tıpkı boş bir ova gibi uzanan
Nefesi tıpkı göklerdeki gibi tatlı bir sesti.

Birinci dörtlük (Koro’nun diğer yarısı)

Şehrim bir yarışma düzenledi
En güzel kızları seçmek adına
Apollon için – ve ben seçildim,
Böylece Thebai topraklarına geldik –
Biz onların soyundanız,
Kadmos hepimizin atasıdır –
Hepimizin methini duyduğu kulelere gönderildim,
Laios’un inşa ettiği.
Ben bir tapınak hizmetçisi olacağım –
Beni orada dururken göreceksin.
Dövülmüş altından yeni yapılmış bir heykel gibi!
Hala yapmam gereken tek şey
Saçımı yıkamak
Kastalya Pınarı’nda –
çünkü bu genç bir kızın gururu ve ihtişamıdır –
Ve hayatımı Apollo’ya adıyorum.

Epode (tüm koro)

Sabah güneşini görüyorum
Dionysus’un yaşadığı Parnassus’un ikiz zirvelerini boyayan
Ateş rengi gibi.
Asmayı hayal ediyorum
Her gün salkım salkım taze üzüm veren
Her zaman çiçek açmışken;
Ve yılanın kutsal mağarasını,
Ve sarp kayaları
Tanrıların aşağıya baktığı yerden,
Ve kutsal karla kaplı dağın kendisini!
Thebai’den ayrılmak için sabırsızlanıyorum.
Ve dönen dansçılara katılın,
Dünyanın tam merkezi olan
Göbek taşının etrafında –
Artık gergin bir çaylak değilsiniz! –

İkinci dörtlük (Koro’nun yarısı)

Ama şimdi görünüşe göre acımasız savaş tanrısı
Kapıda bekliyor,
Alev alev yanan kanla
Bu şehri ateşe vermek için – Lütfen izin vermeyin!
Akrabalarımızın acılarını paylaşıyoruz,
Burada, yedi kapılı Thebai’de neler olduğunu aktaracağız
Fenike topraklarındaki kuzenlerimize.
Acıyı hissediyoruz! Bizim de canımız yanıyor!
Biz de sizin kanınızı paylaşıyoruz, Argos’tan gelen saldırganlar;
Bir atayı paylaşıyoruz –
İkimiz de Io’nun işkencesinin çocuklarıyız,
Boynuzlu kız!
Senin acın bizim acımızdır!

İkinci dörtlük (Koro’nun diğer yarısı)

Şehrin dört bir yanında uzanan
yoğun ve alçak bir sis gibi düşman kalkanları
sadece kanlı bir kıvılcıma ihtiyaç duyan duman gibi
savaşın alevlenmesini bekliyor
Savaş Tanrısı’na bu bir mesaj
Furies’in öfkesini salması için
Oidipus’un oğullarının üzerine.
Ey Argos, kadim topraklar!
Savaş gücün karşısında titriyorum,
Ve bunun Tanrı tarafından gönderilip gönderilmediğini merak ediyorum.
Evini geri kazanmak için savaşan bir adam
Silahlanıyor
Haklı bir amaç için.

Polyneikes sinsice ve gergin bir şekilde içeri girerken koro uzaklaşır.

POLYNEIKES: Nöbetçiler kapıları neşeyle açtılar ve beni surların içinde karşıladılar. Bu beni geriyor. Beni bir tuzağa çektiklerinden ve ağa takılmış bir av hayvanı gibi parçalara ayrılacağımdan korkuyorum.

Yani. Gözlerimi dört açıp önüme ve arkama bakmaya devam edeyim, belki bir pusuya düşerim. En iyisi kılıcımı çekeyim – o elimdeyken kendimi her şeye hazır hissediyorum.

Ah! [Ani bir dehşet içinde haykırır] Kim var orada? [Cesaretini biraz toparlar] Gürültüden korkmuyorum, değil mi? Düşman topraklarında tehlikeli bir görevdeyken en ufak şey korkutucu görünür. Ama anneme güveniyorum. Ona tamamen güvenmiyorum – ama ateşkes altında buraya gelmem için beni o ikna etti. Burada bir kaçış yolu olmalı – sığınmak için çabalayabileceğim bir sunak – ve etrafta insanlar olduğunu görüyorum.

[Koroyu fark eder] Sarayın önünde bazı kadınlar var – kılıcımı bir kenara bırakıp onlara kim olduklarını soracağım.

[Koroya] Hanımlar! Yunanlı olmadığınızı fark ettim. Nerelisiniz? Thebai’deki sarayın önünde dikilmeye nasıl karar verdiniz?

KORO LİDERİ: Fenike benim büyüdüğüm yerdi ve Fenikeliler – Thebaililer gibi Agenor’un soyundan geliyorum – beni buraya gönderdiler. Kazanılan zafer için teşekkürlerini göstermek amacıyla beni Apollon’a sunuyorlar. Ama Oidipus’un oğlu beni Delphi’ye, kutsal kehanet makamına göndermek üzereyken, Argoslular Thebai’yi kuşattı. Şimdi sıra sende, söyle bana kimsin bu yedi kapılı ve kuleli şehre gelen?

POLYNEIKES: Babam Oidipus, Laios’un oğlu. Annem Jocasta, Menoikeos’un kızı. Thebai halkı beni Polyneikes olarak tanır.

KORO LİDERİ: Kuzenim! Beni buraya gönderen kralım Agenor aracılığıyla akrabayız! Ayaklarınıza kapanıyorum lordum, evde bize öğretildiği gibi!

Sonunda babanın topraklarına döndün! [Heyecanla bağrışırlar] Leydim! Çabuk gelin! Dışarı çıkın! Kapıları açın! Beni duyabiliyor musunuz? Annesi! Annesi! O senin oğlun! Seni tutan ne? Sarayda ne yapıyorsan bırak! Dışarı çık ve kollarını oğluna dola!

Jocasta’nın sesi saraydan aceleyle çıkarken duyulur.

JACOSTA: Seni duyabiliyorum! Seni tanıyorum. Fenike sesleri, genç bayanlar!
Yaşlı ayaklarım beni daha hızlı taşıyamaz. Yoksa düşeceğim.
Oğlum! Nihayet! Ne kadar uzun zaman olduğuna inanamıyorum! Hadi sana bakalım. Sarıl bana. Yanaklarını okşayayım. Saçların, ne kadar uzamış! Çok yumuşak, çok kıvırcık, zavallı, yaşlı boynumun karşısında ne kadar da siyah görünüyor.

Buradasın! Seni tekrar kollarımda tutabileceğimi hiç düşünmedim, hiç ummadım. Senin hakkında ne söyleyebilirim? Çok şey var! Sana dokunmak ve seninle konuşmak istiyorum – seni döndürüp neşeyle dans etmek istiyorum, tıpkı uzun zaman önceki mutlu günlerdeki gibi.

Ey canım benim! Kardeşinin şeytani öfkesiyle kovulup sürgün edildiğinde, babanın evinde bir boşluk bıraktın. Ailen seni özledi. Thebai seni özledi.
Sen gittiğinde, ağlamaklı, kederden perişan bir halde, kırlaşmış olsa da tüm saçlarımı kestim. Giysilerimle artık meşgul olmuyorum, tatlım, artık parlak renkler yok; bu eski kirli paçavralarla dolaşıyorum.

Hem yaşlı hem de kör olan baban içeride. Evimiz iki atın çektiği bir araba gibiydi – biri gidince bize yol gösterecek kimse kalmadı, senin yokluğun onu derin bir umutsuzluğa sürükledi. Bir keresinde bir kılıç buldu ve kendini bıçaklamaya çalıştı, başka bir seferinde kendini çatı kirişlerine asmaya çalıştı: oğullarına küfrettiği için kendine acıyordu. Yalnız yaşıyor, karanlıkta, münzevi, depresif; Ve tek duyduğumuz iniltiler ve acı çığlıkları.

Duyduğuma göre bir yabancıyla evlenmişsin! Sanırım bir erkeğin ihtiyaçları vardır, cinsel ihtiyaçlar, erkek evlatlar – ama bir yabancıyla! Bunun anneni ne kadar üzdüğünü anlatamam. Büyükbaban Laios ne düşünürdü bilmiyorum: Bana öyle geliyor ki bu tür bir evlilik lanetlidir. Meşaleyi yakma şansım hiç olmadı – bir anne düğün gününde oğlu için bunu yapmayı dört gözle bekler. Gururla uzun boyunlu düğün kavanozunu doldurma, hismenus sularını düğünü kutsamak ve gelini arındırmak için getirme şansım hiç olmadı. Thebai’de yeni eşinizi eve buyur etmek için şarkı söylenmedi.

Oidipus’un evinin sonunun geldiği o ölümcül an neydi? Silahlandığınız zaman mıydı? Kavga ettiğinizde mi? Ya da baban lanetini haykırdığında mı? Yoksa şeytani bir güç başından beri eğlenmek için ailemize işkence mi ediyordu? Devam etmek zor, ama sonunda ne olursa olsun başa çıkmak her zaman bana bağlı.

Tüm kadınlar çocuklarını sever, doğumlarındaki acıya rağmen, ve büyüdüklerinde daha da acı çekmelerine rağmen.

POLYNEIKES: Ülke sevgisi hepimizi etkileyen bir duygudur. Bunu inkâr eden varsa, sadece laf olsun diye tartışıyordur. Çok gergindim ve kardeşimin beni öldürtmek için yaptığı bir oyundan çok korkuyordum. Elimde kılıç, etrafıma bakınarak kentin içinde ilerledim. Sadece bir şey beni ayakta tuttu – verdiğiniz garanti ve ayarladığınız ateşkes – memleketimin duvarlarının içine girmeme izin verdi. Eve ulaştığımda ağladım. Sarayı, tanrıların sunaklarını, çocukken antrenman yaptığım güreş alanını, Dirce’nin suyunu görmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki. Bunları unutmak, yabancı bir ülkede yaşamak zorunda kalmam doğru değil – ve gözlerim yaşlarla doldu. [Yıkılmak üzeredir] İşte şimdi yeni bir acı, seni saçların kesilmiş, siyahlar içinde görmek. Buna dayanamıyorum! Evin içinde, ailenin içinde bir düşman olması korkunç bir şey anne. [Duygu yoğunluğundan utanarak konuyu aniden değiştirir] Kör ve yaşlı babam bütün gün evde karanlığa bakarak ne yapıyor? İki kız kardeşimden ne haber? Benim için ağlıyorlar mı? Beni hiç özlüyorlar mı?

JACOSTA: Bir tanrı sadistçe Oidipus’un ailesini yok ediyor. Her şey bebeği, o yasak çocuğu doğurduğumda başladı; sonra günahkar bir şekilde babanla evlendim ve günah içinde senin annen oldum. Ama ne olmuş yani? Tanrılar ne verirse ona katlanmak zorundayız. [O da hızlıca konuyu değiştirir] Ama bir soru var – umarım seni üzmez – ama uzun zamandır sormak istiyordum.

POLYNEIKES: İstediğini sor! Utanma lütfen. Senin isteğin benim için bir emirdir anne. [Aslında konuşacakları ortak bir konu olmasına sevinir]

JACOSTA: Yanıtlamanı istediğim ilk sorum. Memleketini kaybetmek nasıl bir duygu? Korkunç mu?

POLYNEIKES: Kesinlikle berbat. Beklediğimden bile kötü.

JACOSTA: Hangi açıdan? En dayanılmaz kısmı nedir?

POLYNEIKES: En kötü şey, ne düşündüğünü söyleyememen.

JOCASTA : Bir kölenin hayatı – aklından geçenleri söylememek.

POLYNEIKES: İktidardakilerin aptallığına katlanmak zorundasın.

JOCASTA: Çok acı verici – bir grup aptal kadar aptalmış gibi davranmak.

POLYNEIKES: Ama köleliğin tadını çıkarmalısın, dişlerini sıkmalısın.

JOCASTA: “Bir dışlanmış umutla yaşar” derler.

POLYNEIKES: Umut gülümseyen bir yüze sahiptir, sana vaatlerde bulunur…

JOCASTA: Ve zaman, vaatlerin ne kadar boş olabileceğini gösterir.

POLYNEIKES: Umut, seni kandıran, sonra da hayal kırıklığına uğratan hain bir fahişe gibi.

JOCASTA: Evlilik ihtiyaçlarını karşılamadan önce neyle geçiniyordunuz?

POLYNEIKES: Bazı günler yemek yiyordum, bazı günler hiç yemiyordum.

JOCASTA: Babanızın arkadaşları hiç yardımcı olmadı mı? Misafirperverliğimize karşılık vermediler mi?

POLYNEIKES: Hayal edin! Kimse perişan bir adamı tanımak istemez.

JOCASTA: Asil kanın, bu sana bir başlangıç ​​​​yaratamaz mıydı?

POLYNEIKES: Bir aile ağacından yiyecek seçemezsiniz.

JOCASTA: Öyleyse, bir adamın en çok sevdiği şey ülkesidir.

POLYNEIKES: Ne kadar değerli olduğunu tahmin bile edemezsin!

JOCASTA: Seni Argos’a ne götürdü? Oraya gitmeyi mi amaçladın?

POLYNEIKES: Apollon, Adrastos’a bir kehanet vermişti.

JOCASTA: Kehanet neydi?

POLYNEIKES: “Kızlarını bir aslan ve bir yaban domuzuyla evlendir.”

JOCASTA: Ve bu hayvan tanımlarından biri sana uyuyor muydu?

POLYNEIKES: Bilmiyorum. Kaderim Apollon’un ellerindeymiş gibi görünüyordu.

JOCASTA: [Acı bir şekilde] Şüphesiz tanrının aklında bir plan vardı. Evlilik
nasıl gerçekleşti?

POLYNEIKES: Bir gece Adrastos’un saray kapısına vardım.

JOCASTA: Gezgin bir serseri gibi bir yatak mı arıyordum?

POLYNEIKES: Aynen öyle. Ve sonra ikinci bir serseri belirdi.

JOCASTA: Kim? Sanırım seninle aynı üzücü durumdaydı!

POLYNEIKES: Oeneus’un oğlu Tydeus.

JOCASTA: Peki Adrastos hangi hayvanın hanginiz olduğunu nasıl anladı?

POLYNEIKES: Yatakta yumruklaşma şeklimizden!

JOCASTA: Ve sonra onu kehanet ile bağdaştırdı?

POLYNEIKES: Ve iki kızını ikimize verdi.

JOCASTA: Öyleyse mutlu bir evlilik miydi?

POLYNEIKES: Şimdiye kadar şikayet edilecek bir durum yok.

JOCASTA: Peki orduyu buraya gelmeye nasıl ikna ettin?

POLYNEIKES: Adrastos damatları olan ikimize de yemin etmişti – bizi vatanlarımıza geri götürmek için: önce ben. Danaalı ve Mikenli düzinelerce önde gelen adam gelip yardım teklif etti – acı verici olsa da reddedemeyeceğim bir teklif. Evime saldırmak için bir orduya liderlik edecektim. Tanrılar şahittir ki, ailemle savaşmak benim seçimim değildi; seçim yapmamı engelleyen ailemdi. Kavgamızın çözümü senin ellerinde, anne. Biz kardeşler arasında bir karar ver ve bana, sana ve en çok da şehre zarar veren bu acılara bir son ver. Bu eski bir basmakalıp söz ama söylenmesi gerekiyor: Erkeklerin tek derdi para ve güçtür. Bunu elde etmek için on bin adam getirdim: Para olmadan adımın bir değeri yok. İşte Eteokles tartışmaya katılmak için geliyor. Sana kalmış Jocasta, anneleri olarak, oğullarını ikna edecek argümanları bulmak.

ETEOKLES, iki muhafız eşliğinde saraydan içeri girer.

ETEOKLES: Anne, buradayım. Sen istediğin için geldim. Ne yapmam gerekiyor? [Duraksar, sessizce] Biri bir şey söylesin, Tanrı aşkına! Şehrin savunmasını düzenliyordum; gelip senin bu “hakemliğine” boyun eğmek için durmak zorunda kaldım. Ateşkes ilan etmek ve bu adamı surlardan içeri almak senin fikrindi.

JOCASTA: Sakin olun! Acele karar vermek doğru değildir: en iyi sonuçlar sabırla yapılan tartışmalardan çıkar. Öyle dik dik bakmayı kes! Oflayıp puflamayı kes! Baktığın yeni kesilmiş Gorgon’un kafası değil, öz kardeşin! Sen, Polyneikes, dön ve kardeşinin yüzüne bak. İkiniz de birbirinizin gözlerinin içine bakın: Sen [Polyneikes’e] o zaman derdini daha iyi anlatacaksın, o da daha iyi anlayacak. İkinize de bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Aile üyelerinden biri diğeriyle tartıştığında ve yüz yüze konuşmaya geldiğinde, meseleye bağlı kalmalı, başka bir şey yapmamalıdır. Ve geçmişteki kötü anıları canlandırmayalım. Önce senin konuşmanı dinleyelim, Polyneikes, oğlum. Argps ordusuyla geldin, çünkü iddia ettiğin gibi, haksızlığa uğradın. Bir Tanrı lütfen yargıç olsun ve bu pisliği çözmemize yardım etsin.

POLYNEIKES: Bir kişinin davası gerçeğe dayandığında bu basittir: Adil bir davanın ince argümanlara ihtiyacı yoktur – Kendi mantığı vardır. Adil olmayan bir dava, hastalıklı bir adam gibidir; süslü ilaçlarla dolu bir ilaç sandığına ihtiyaç duyar. Benim ve onun ortak çıkarlarımızın babamızın malından daha önemli olduğunu düşündüm. O gün Oidipus’un ikimizin de üzerine saldığı lanetten kaçınmak için, Thebai’den kendim gitmeye ve bu adamın bir yıl boyunca kral olmasına izin vermeye gönüllü oldum. Sıra bana geldiğinde ben yönetecektim: Onunla kavga etmek niyetinde değildim. Kıskançlığın onu böyle bir kinin sahibi, beni de kurbanı yapacağını hiç düşünmemiştim. Tanrıların önünde yemin etti – tıpkı benim gibi – ama söz verdiği gibi hiçbir şeyi yapmadı: Kraliyet gücüne kendisi sıkı sıkıya sarılıyor ve aile servetinden benim payıma düşeni elinde tutuyor. Şimdi ordumu alıp Thebai’den uzaklaşmaya hazırım, eğer evimde yaşayabilir ve sıram geldiğinde ailenin başına geçebilirsem, zamanı geldiğinde ona da eşit bir süre tanıyabilirim. Kendi şehrimi yağmalamayacağım. Hakkımı aldığım sürece, saldırı merdivenlerini -hazırladım- surlara karşı yerleştirmeyeceğim: Aksi takdirde, harekete geçmeye hazırım. Tanrıları şahit tutuyorum ki adalet benim yanımda ve evimi elimden almak medeni yaşamın tüm kurallarını çiğnemektir. Hepsi bu kadar, anne. Entelektüel olmana gerek yok. Bir avanak bile davamın adil olduğunu görebilir.

KORO LİDERİ: Yunanlı olmadığımı biliyorum ama söylediklerinizin mantıklı olduğunu düşünüyorum.

ETEOKLES: Eğer hepimiz neyin “adil” ve neyin “akıllıca” olduğu konusunda hemfikir olabilseydik, insanların tartışacakları ve münakaşa edecekleri hiçbir şey olmazdı. “Adillik” ya da ‘eşitlik’ birer olgu değil, sadece birer sözcüktür. Bunun için bir kelimemiz olması, bir şeyin var olduğunu kanıtlamaz. Açık konuşacağım anne ve hiçbir şeyi saklamayacağım. Eğer sadece bunu yapabilseydim, gökyüzünün yıldızlarla süslü zirvesine tırmanır ya da yeraltındaki cehennemin kara çukuruna inerdim: Tam güce sahip olmak. Güç benim için bir tanrıçadır, uzun, güzel ve ulaşılmaz. İstediğim şey o anne ve onu başkasına vermeyi düşünmeye dayanamıyorum. Onu kendime saklamak istiyorum. Daha küçüğünü almak için daha büyüğünden vazgeçersem erkek olamam. Bu adam ordusuyla gelip topraklarımı harap ederek istediğini elde ederse aptal durumuna düşerim. Korkuya teslim olmak ve benim olan asayı kullanması için bir teröriste vermek Thebai için utanç verici olur. Şiddet tehditleriyle toplantımızı etkilemesine izin verilmemelidir: kelimeler kavgaları öldürür, kılıç ve kan değil. Eğer sadece burada, Thebai’de yaşamak istiyorsa, sorun değil. Ama benim gücümü istiyorsa, dövüşmeden hanımımı bırakmamın imkanı yok. Efendi olabilecekken, neden onun kölesi olayım? Alevler yükselsin, çelikler çarpışsın, atlar boyunduruğa vurulsun, savaş arabaları ovaya dolsun: Kraliyet gücümü ona vermeyeceğim! Çoğu insanın birçok kötü huyu vardır: Benim bir tane var – Güce tapıyorum. Onun savunmasında yanlışa yanlış demem.

KORO LİDERİ: Sadece güzel argümanların güzel sözcükler kullanmasına izin verilmeli: Bu şeytanidir- hiçbir düzgün insan onun söylediklerini hazmedemez.

JACOSTA: Oğlum Eteokles, yaşlı olduğum için söylenecek pek bir şey yok; ama gençlere göre bir avantajımız var – hayat tecrübesi. Neden putların en iğrenci olan bencilliğe tapıyorsun evlat? Yapma bunu. O sahte bir tanrıdır. Daha önce oldukça mutlu olan aileleri – ve şehirleri de – ziyaret eder ve onunla ilgilenenleri mahveder. Kendini saplantı haline getirmişsin. Özveriye saygı duymak çok daha iyidir – o aileleri, devletleri ve dostları birbirine bağlar. Herkes için adil paylaşım doğanın yoludur: sahip olmayanlar sahip olanlarla rekabet ettiğinde savaş kapıda demektir. Bir şeyleri saymak, tartmak ve ölçmek, insanların eşit bir pay talep edebilmesi için ortaya çıkmıştır. Karanlık ve gün ışığı bir yıl boyunca birbirini dengeler – devir teslim zamanı geldiğinde kavga etmezler ya da somurtmazlar! Öyleyse, siz kardeşinizin kraliyet tahtını paylaşmasına bile tahammül edemezken, gece ve gündüzün her biri insanlığa eşit hizmet edebilir mi? Orada adalet nerede?

Neden tek adam yönetimine, onun bencil ve tek taraflı zevklerine tapıyor ve otokrat olmanın çok önemli olduğunu düşünüyorsunuz? Saygı gördüğünü mü sanıyorsun? Hiçbiri içten değil. Bir ev dolusu değerli eşya ve onlarla birlikte bir ev dolusu endişe mi istiyorsunuz? “Daha fazlasına” sahip olmanın ne anlamı var? “Zengin” sadece bir kelime, boş bir isim. İhtiyaçlarınıza yetecek kadarına sahip olmak: Aklı başında herkes için bu yeterlidir. Aslında “mülk” diye bir şey yoktur. Mülkiyet tanrılarda kalır; bize bir şeyler ödünç verirler, sonra işlerine geldiğinde geri alırlar. O halde. Soruyu olabildiğince basit soracağım. Tek başınıza hükmetmeyi mi yoksa devleti kurtarmayı mı tercih edersiniz? Yönetmek mi diyorsun? Kardeşin kazanırsa ve Argos mızrağı Thebai mızrağına üstün gelirse, Thebai topraklarının istila edildiğini, yüzlerce genç Thebai kızının savaş ganimeti olarak götürülüp tecavüze uğradığını göreceksin. Arzuladığın zenginlik Thebai’yi mahvedecek: “Hırsın” yüzünden çok ileri gittin. Sana söyleyeceklerim bu kadar.

Şimdi, Polyneikes. Adrastos ve sen bir çift aptalsınız: O seni kışkırttığı ve bu işgali desteklediği için, sen de onun cömertliğini düşünmeden kabul ettiğin için. Aklını kullan. Eğer bizi ele geçirirseniz -ki Tanrı korusun- Tanrı aşkına zaferinizi nasıl kutlarsınız ve savaş ganimetlerinizi Zeus’a nasıl adarsınız? Zafer töreninde kurban keserken nasıl hissedeceksiniz? Kendi şehrini aldığın için? Argos’ta, İnakhos nehri kıyısına diktireceğin yazıt bu mu: “Polyneikes Thebai’yi yerle bir etti ve bu kalkanları tanrılara adadı”? Yunanlılar arasında böyle bir şöhret mi istiyorsun? Ya da yenildiğini ve Eteokles’in galip geldiğini varsayalım. Burada bıraktığın binlerce cesedi Argos’ta nasıl açıklayacaksın? Konuşmaları hayal edebiliyorum: “Lanet olsun sana, Adrastos! Düzenlediğin evliliğe lanet olsun! Bir kız ve onun düğünü uğruna, hepimize ihanet ettin.” İki şekilde de kaybedersin oğlum, Argos’taki yerinden olursun, ya da Thebai’de zavallı bir ceset olursun. Uzlaşma! Uzlaşma! Bir çift inatçı aptal, birbirlerinin aptallıklarına ortak oluyorlar.

KORO LİDERİ: Tanrılar – felaketi önleyin: Oidipus’un oğullarını ikna edin!

ETEOKLES: Anne, bu tartışma bitmiştir. Konuşacak zamanım yok. Daha fazla tartışmanın faydası olmaz; tüm umutlarınız boşa çıktı. Sadece zaten bilinen şartlar üzerinde bir pazarlık yapacağım: Ben kralım, asa benim elimde, bu toprakların hükümdarı olarak kalacağım. Artık dindar bilgelik sözleri yok, teşekkür ederim anne, bu kadar yeter. [Polyneikes’e] Dışarı! Seni artık burada istemiyorum! Thebai’den defol ya da öl!

POLYNEIKES: Beni yenmeye cesaret edebilecek kim var? Birliklerinizde bana kanlı kılıcını çekebilecek ve hikayeyi anlatmak için yaşayabilecek biri var mı?

ETEOKLES: İşte burada, tam yanınızda: elimde ne tuttuğumu görüyor musunuz? [eli kılıcının kabzasında]

POLYNEIKES: Evet, anlıyorum; ama Servet denilen şey bir ödlektir – zenginler hayatlarını tehlikeye atmazlar.

ETEOKLES: Madem bu kadar zayıf bir tehdidim, neden bu kadar çok dost getirdin?

POLYNEIKES: Üstünlük bende olduğu için kahramanı oynamaya ihtiyacım yok.

ETEOKLES: Ateşkes senin hayatını koruduğu için övünmekte ve palavra sıkmakta özgürsün.

POLYNEIKES: Seninki de öyle! Şimdi, bir kez daha! Sıramı istiyorum, güçten payımı!

ETEOKLES: Nefesini boşa harcama: burası benim evim ve ben burada yaşamaya devam edeceğim!

POLYNEIKES: İktidarı tekeline mi alacaksın?

ETEOKLES: Evet, öyle yapacağım, öyleyse git!

POLYNEIKES: Ey geleneksel tanrılarımızın sunakları!

ETEOKLES: Saygısızlık etmeye geldin.

POLYNEIKES: Beni dinleyin!

ETEOKLES: Ülkesine ihanet eden birini kim dinler ki?

POLYNEIKES: Beyaz atlara binen tanrıların evi …

ETEOKLES: Hepsi senden benim gibi nefret ediyor!

POLYNEIKES: Vatanımdan sürüldüm…

ETEOKLES: Yağmalamak ve yakmak için geldiğiniz!

POLYNEIKES: Tanrılar! Bu adaletsizlik!

ETEOKLES: Tanrılarımızı kullanma! Argos’a dön, onlarınkine dua et!

POLYNEIKES: Demek dinle alay ediyorsun?

ETEOKLES: Ama ben vatanımı işgal etmem!

POLYNEIKES: Beni kovduğun için mecbur kaldım.

ETEOKLES: Kalırsan seni öldürürüm.

POLYNEIKES: Baba! Bana nasıl davranıldığını duy!

ETEOKLES: O da senin yaptıklarını duyuyor!

POLYNEIKES: Anne, dinle …

ETEOKLES: Annenin adını ağzına almaya bile cesaret etme!

POLYNEIKES: Şehir!

ETEOKLES: Argos senin şehrin! Bir Argos tapınağında sürün.

POLYNEIKES: Gideceğim, merak etme kardeşim. Anne, teşekkürler…

ETEOKLES: Sadece git! Derhal!

POLYNEIKES: Evet, gideceğim; ama önce, lütfen, babamı görmeme izin ver …

ETEOKLES: Hiç şansın yok!

POLYNEIKES: Ve küçük kız kardeşlerim …

ETEOKLES: Hayır, onları bir daha görmeyeceksin!

POLYNEIKES: Kız kardeşlerim!

ETEOKLES: İkisi de senden nefret ediyor, senden haber almak istemiyorlar.

POLYNEIKES: Anne, veda edebilir miyim?

JOCASTA: Bunun beni nasıl incittiğini bilemezsin, oğlum.

POLYNEIKES: Oğlun! Ben artık senin oğlun değilim…

JOCASTA: Ben keder ve acı için doğmuşum!

POLYNEIKES: Bana nasıl şiddetle davrandığını gör…

ETEOKLES: Şiddeti kim başlattı o zaman?

POLYNEIKES: Savaşta senin yerin neresi?

ETEOKLES: Bu soruyu neden soruyorsun?

POLYNEIKES: Teke tek! Seninle yüzleşmeyi çok isterim.

ETEOKLES: Benim de en büyük dileğim bu!

JACOSTA: Bittim ben! Ne yapacaksınız oğullarım?

POLYNEIKES: Yakında öğreneceksin.

JOCASTA: Babanın lanetlerinden korkmuyor musun?

ETEOKLES: Bütün evin canı cehenneme!

POLYNEIKES: Kılıcım yakında kan lekeleriyle kıpkırmızı olacak. Yapacak çok iş var. Ey tanrılar! Ve siz, beni yetiştiren topraklar, şahitlerim olmalısınız: Thebai’den kovuldum, dışlandım, bir köle gibi muamele gördüm, Oidipus’un oğlu değilim, o benim babam, sadece onun değil. Thebai, kaderin ne olursa olsun, unutma suçlu olan o, ben değilim. Thebai’ye gönülsüz geldim ve isteğim dışında kovuldum. Sen, Apollon, [kapıların yanındaki bir resme bakarak] mermer heykelleriyle saraya ve sahip olduğum dostlara veda ederken bana rehberlik et. Bir daha görüşme şansımız olacak mı bilmiyorum. Ama umutlarım hala canlı: Tanrı’nın yardımıyla kardeşimi öldüreceğime ve bu Thebai ülkesinin hükümdarı olacağıma eminim. [Sahneden çıkar]

ETEOKLES: Cehenneme git o zaman! Polyneikes! Ne mutlu bir isim seçimi! Babam sana “Hiddetli” ismini verdiğinde kahin olmalıydı.

Jacosta, Eteokles ve hizmetkarlar saraya çekilirler.

KORO

Birinci dörtlük (Koro’nun yarısı)

Kadmos Thebai’ye Tire’den gelmişti.
Ona nereye yerleşeceği söylenmişti:
Karşısına bir buzağı çıkıverdi –
tıpkı kahinin önceden söylediği gibi,
onun kaderinde olan memleketi
buğday yetişen ovaları olan,
sevimli bir nehir tarafından sulanan
toğrağı sulayan bir kaynak olan Dirke,
çimleri yeşerten,
derinlere ekilen tohumları yetiştiren.
Semele ve Zeus’un beraber olacağı
Ve doğuracağı
Dionysos’u.
Sarmaşık
Parlak yeni filizler gönderdi
Bebeği gölgelemek ve doğumunu kutsamak için,
Thebai kızları
Ve sevinçten çılgına dönen kadınlar
Dans ederek kutladılar.

Birinci dörtlük (Koro’nun diğer yarısı)

Ares’in, soğukkanlı koruyucusu,
Onları dikkatle izliyor,
Sadece gözleri hareket ediyor, ileri geri gidip geliyor,
Sulak çayırlarında oynarlarken
Ve çimenlerle çevrili derede.
Kadmos dereye geldi
Ellerini yıkamak için.
Onu öldürdü.
Bir taşla.
Avlanıyordu; kolunu geriye büktü
Ve kafasına vurdu,
Ölümün saklı olduğu yer.
Athena, annesi olmayan tanrıça, savaşçı,
Ona yılanın dişlerini
ekmesini söyledi,
Dişleri toprağa sıkıca gömdü.
Ve sonra topraktan
Güzel bir gösteri ortaya çıktı:
Tam teçhizatlı adamlar toprağı yararak yükseldi.
Çatıştılar ve dövüştüler,
Metal üzerine metal,
Toprak onları bir kez daha kucaklayana kadar;
Kanı emdi
Kısa bir süre önce
Güneşin sıcaklığını hissettikleri yerde
Ve hafif esintiyi.

Epode (tüm koro)

Epaphos, Zeus’un çocuğu,
Seni bir şarkıyla çağırıyorum
Evden, bir melodi ile
Evinden.
Gel, gel.
Bu topraklara:
Senin soyundan gelenler Thebai’yi kurdu,
Persephone tarafından yardım edildi
Ve annesi Demeter,
Evrenin Kraliçesi.
Dünya’nın, yaşayan her şeyin anası.
Onlar senin kurucu ortaklarındı.
Onlara eşlik edin, meşaleli tanrıçalar
Thebai topraklarını savunmak için.
Tanrıların yapamayacağı hiçbir şey yoktur.

Eteokles saraydan çıkar ve bir gardiyana talimatlar vererek bağırır.

ETEOKLES. Sen! Git ve annemin kardeşi Menoikeos’un oğlu Kreon’u getir. Ona şunu söyle: Savaş başlamadan önce bazı kişisel işler ve devlet meseleleri hakkında ona danışmak istiyorum. Hayır, zahmet etmeyin! Bacaklarını koru; saraya doğru koştuğunu görüyorum.

KREON girer. Tedirgin görünmektedir.

KREON: Thebai’nin her yerinde seni aradım Eteokles, bütün kapıları ve nöbetçi kulübelerini dolaşıp izini bulmaya çalıştım.

ETEOKLES: Ben de seninle konuşmak istiyordum, Kreon. Polyneikes’le görüştüm. Tartışmalarımızın pek de istenilen düzeyde olmadığını gördüm.

KREON: Hırsı hakkında her şeyi duydum. Ordusu ve Adrastos’la Thebai’i ele geçireceğini sanıyor! Tanrılar onun icabına bakacak! Daha basit bir sorun için tavsiyene ihtiyacım var.

ETEOKLES: Neymiş o? Ne sorunu?

KREON: Bir Argoslu mahkûmu sorguluyorduk.

ETEOKLES: Eee? Yeni bir bilgi verdi mi?

KREON: Derhal topyekûn bir saldırı planladıklarını söylüyor.

ETEOKLES: O zaman bir karşı saldırı düzenlemeliyiz.

KREON: Nereye saldırı? Gençlik hevesin durumun gerçeklerini görmezden geliyor.

ETEOKLES: Siperlere, sürpriz unsurunu kullanarak.

KREON: Sadece küçük bir garnizonumuz var. Onlarsa sınırsız ateş gücüne sahipler.

ETEOKLES: Sınırsız ateş güçleri olduğunu biliyorum!

KREON: Argos’un Yunanistan’da müthiş bir ünü var.

ETEOKLES: Endişelenme. Ovayı Argos ölüleriyle kaplayacağım.

KREON: Sana mutluluklar dilerim – ben sadece zorlukları görüyorum.

ETEOKLES: Ordumu surların içine hapsetmeyi reddediyorum.

KREON: Zafer sabır, planlama ve sağduyu gerektirir.

ETEOKLES: O zaman başka taktikler düşünmem gerektiğini mi düşünüyorsun?

KREON: Tek bir savaşta her şeyi riske atmaktansa her alternatifi araştır.

ETEOKLES: Gece sürpriz bir saldırı!

KREON: İyi, eğer başarısızlık durumunda güvenli bir kaçış yolun varsa.

ETEOKLES: Karanlık riskleri eşitler – ve saldıranlar üstünlük sağlar!

KREON: Gece saldırıları öngörülemez olarak bilinir.

ETEOKLES: Gün batımında, onlar yemeklerini yerken mi saldırmalıyım?

KREON: Onları kesinlikle şaşırtırsın! Ama kazanır mısın?

ETEOKLES: Dirce’den geri çekilirken sorun yaşarız – çok derindir.

KREON: Yanılmaz bir strateji yoktur: dikkatlice izlemek ve hazırlıklı olmak dışında.

ETEOKLES: Ya onların mevzilerine bir süvari saldırısı başlatırsam?

KREON: İyi savunuluyor – savaş arabası filolarıyla.

ETEOKLES: O zaman ne yapmamı istiyorsun? Şehri onlara mı teslim edeyim?

KREON: Elbette hayır. Ama zekanı kullan – sende beyin var.

ETEOKLES: Benim önerdiğimden daha iyi bir strateji var mı?

KREON: Yedi adamları varmış, öyle duydum…

ETEOKLES: Peki bu devasa ekip ne yapmak için görevlendirilmiş?

KREON: Her biri kapılarımızdan birini koruyan yedi bölükten sorumlu.

ETEOKLES: Ne yapabiliriz? Beklemenin anlamı yok – şimdi bir plana ihtiyacımız var!

KREON: Kesinlikle! Kapıları savunmak için onlara karşı kendiniz yedi adam seçin.

ETEOKLES: Teke tek dövüşten mi bahsediyoruz, yoksa her biri bir bölükten mi sorumlu olacak?

KREON: En iyi adamlarını seç ve her birine bir bölük ver.

ETEOKLES: Anlaştık. Duvarlara tırmanmaya çalışanlarla onlar ilgilenecek.

KREON: Onlar senin yardımcı komutanların olacak – bir adam her yerde olamaz.

ETEOKLES: Cesur mu olmalılar yoksa akıllı mı?

KREON: İkisi de gerekli.

ETEOKLES: TAMAM. Yedi kapıya bakacağım ve önerdiğiniz gibi her biri için bir komutan atayacağım – düşman mevzilerini eşleştirip işaretleyeceğim. Düşman kapıları zorlarken isim listesini gözden geçirecek zaman yok. Ben gidiyorum – burada daha fazla boş duramam. Keşke kardeşimle savaşta karşılaşabilseydim – yüz yüze: O zaman bu mızrağın ucunda ölümle buluşacaktı!

Gitmek için döner, ama duraklar

Şimdi savaşmaya gidiyorum. Eğer başarıya ulaşamazsam, kız kardeşim Antigone ile oğlun Haemon’un düğününü ayarla – nişan ve benzeri şeyler çoktan ayarlandı. Annem – sen onun kardeşisin, burada açıklamaya gerek yok. Ona nasıl uygun görürsen öyle bak – benim onaylayacağımı düşündüğün her konuda. Babam – körlüğü için kendisine ve aptallığına teşekkür etmeli. Ona hiçbir şey borçlu değilim. Yine de, eğer talih onun yanındaysa, lanetleri hâlâ ölümcül olabilir.

Tekrar gitmek istiyor ama geri dönüyor.

Ertelediğim bir şey var – yaşlı adam Teiresias’ın bizim için ilahi bir bilgelik sözü olup olmadığını öğrenmek için onu çağırsak iyi olur. Büyükbabasının adını verdiğin oğlun Menoeceus’u bulup Teiresias’ı getirmesi için göndereceğim. Seninle konuşmaya gelmekten mutluluk duyacaktır Kreon; geçmişte onun kehanet yeteneklerini takdir etmemiştim ve bana iyilik yapmayacaktır.

Üçüncü kez durur

Son olarak – ve bu size olduğu kadar şehre de resmi bir emirdir – şunu açıkça belirtmeliyim: Bizim taraf kazanırsa, Polyneikes’in cesedi asla Thebai topraklarına gömülmeyecek ve onu gömmeye çalışan herhangi birinin – herhangi birinin, hatta bir aile üyesinin – cezası ölüm olacaktır.

Muhafızlara seslenir

Zırhımı getirin ve teçhizatımı taşımama yardım edin – her şeye ihtiyacım olacak.

O konuşmasını kahramanca bitirmek için duruşunu bozmazken zırhı getirmeye giderler

Davamın adaletiyle silahlanmış olarak savaş alanına gidiyorum ve zafer benim olacak! Ama tedbirli olmak da önemli ve hayati. Şehri güvende tutması için Bayan Güvenlik’e dua ediyorum.

Eteokles sonunda gider: Kreon kalır.

KORO

Birinci dörtlük (Koro’nun yarısı)

Ter lekeli Ares, neden kanla
ve ölümle dansı durdurup,
Bakkhos şölenlerinde müziği değiştirirsin.
Saçlarını asla salmazsın
ve bir çelenk takıp güzel dansçılara katılırsın,
genç kızlar gençlik çağının güzelliğiyle kızarır
ve aşk şarkıları söylerler flütlerinin nefesiyle
seni dansa çağıran.
Dansçılarınız Thebai’nin kanını içmek için
nefes nefese kalan,
flütleri bastıran bir ritimle tepinen
silahlı ve çirkin Argoslular’dır.
Eğlenenleriniz,
müzikle büyülenmiş,
dans sopalarını, kutsal thyrsus’u savurarak,
deri giysiler içinde gelmiyorlar.
Savaş arabaları ve
çekiçli toynakların takırtısıyla geliyorlar,
Argos ve Thebai’nin nefreti
Hismenus akıntılarını bulandırıyor.
Eğlenceye katılanlara
kalkanlar ve zırhlar giydirirsiniz;
metalden bir duvar karşılaşır
taştan bir duvarla.
Eris, aile kavgalarının tanrıçası,
Müthiş bir gücü var.
Bu acıyı o tasarladı.
Bu toprakların kraliyet ailesi için,
İnşa ettiği ev için
Nesiller önce
Çok fazla ter dökerek.

Birinci dörtlük (Koro’nun diğer yarısı)

Avcı Artemis’in sevdiği Kithaeron,
ormanların vahşi yaşamla dolup taştığı
karlarla kaplı vahşi doğa,
keşke Oidipus’a hiç bakıcılık yapmasaydın,
annesinin doğum yatağından alınarak
senin kollarında ölüme terk edilen bebek,
ailesi tarafından reddedilen bir bebek;
şimdi altından yapılmış
elbise iğneleriyle yaptıklarıyla ünlü.
Ve keşke hiç gelmeseydi,
o tüylü yaratık,
tepelerden gelen ölümcül dişi,
bu toprakları lanetlemek için;
Sfenks, tünemiş, vahşi pençeleri duvarlara kenetlenmiş,
Kadmos’un oğullarını avlıyor,
onları yeryüzünün altındaki
cehennem tanrılarını memnun etmek için
topraksız gökyüzüne taşıyor.
Ve şimdi hüzün ağacı Oidipus’un evinde
ve tüm Thebai’de yeniden çiçek açıyor.
Çürük bir ağaç zararlı meyve verir.
Ensest çiftleşmenin meyvesi olan
bu talihsiz oğullar ne kadar da şanslıydı;
Annelerinin acısı,
Babalarının utancı.

Epode (tüm koro)

Toprağın bir gün bir çocuğu oldu,
bir bebeği doğdu: eve döndüğümde
Bir gün böyle duymuştum.
Çocuk bir yılandı, kıvrımları kıpkırmızıydı
ve kanla besleniyordu.
Dişleri dikildiğinde,
Thebai’yi ünlü yapan,
Thebai’yi ağlatan bir ırk ortaya çıkmış.
Sonra tanrıçalar geldi Kadmos’un düğününe,
Harmonya ile evlendiğinde;
ve Amphion lirini tıngırdatırken
Thebai’nin duvarları göğe yükseldi;
Thebai’nin kuleleri yükselirken nehirler iki yana aktı –
Dirce ve Hismenus, ve ovaları yeşertti.
Ve Io, ırkımızın atası, boynuzlu kadın,
Kadmos’un soyundan gelen krallara annelik etti
ve Thebai, başarı ile taçlandırılan
bir nesil bir sonraki nesil tarafından
daha da üstün kılınırken,
şimdi bulunduğu zirveye ulaştı –
savaş tanrısı tarafından örülen
zafer çelengini almaya hazırdı.

Genç kızının yardımıyla ve Kreon’un oğlu Menoikeos’un eşliğinde yaşlı kör kâhin TEIRESIAS girer. Yorgunluktan nefes nefese kalmıştır.

TEIRESIAS: Önden git, kızım. Denizciler için bir yıldız gibi, kör ve yaşlı ayaklarıma rehberlik eden gözler olmalısın. Adımlarımı zeminin düzgün olduğu yerlere atmama yardım et – tökezlersem diye önce sen git: baban yorgun. O tahta tabletleri düşürme! Onlar, kuşların davranışlarının ne anlama geldiğine dair aldığım notlar, kendi özel yerimde kutsama yaparken. Menoikeos, oğlum, Tanrı aşkına, daha ne kadar var? Babanı bulmak için kente ne kadar kaldı? Dizlerim ağrıyor – bir ayağımı diğerinin önüne koyacak gücüm bile yok.

KREON: Dayan Teiresias; birkaç adım daha atarsan eve dönmüş olacaksın. Ona yardım et, evlat! Tıpkı bir araba gibi, yaşlı bir adamın da yükünü hafifletmek için dostça bir ele ihtiyacı vardır!

TEIRESIAS: Peh! İşte geldik! Şimdi bu kadar önemli olan nedir, Kreon?

KREON: Gücünü ve nefesini geri kazanana kadar bekleyecek. Tırmanış seni bitirdi.

TEIRESIAS: Evet! Atina’ya yaptığım geziden daha dün döndüm! Eumolpus’a karşı bir savaş vardı. Atinalıların kazanmasını sağladım! Bana bu altın tacı verdiler – bak – ganimetlerin ilk seçimi!

KREON: Umalım da tacın bizim için bir zafer alameti olsun! Bir gelgit dalgasının tehdidi altındayız, duymuş olmalısınız – Argoslular bizi ezmeye hazır görünüyor ve Thebai ölümcül bir tehlike altında. Kral çoktan ayrıldı – Eteokles zırhını giydi ve Argos savaş gücüyle yüzleşmeye gitti. Şehri kurtarmak için ne yapmamızın en iyisi olacağını senden öğrenmemi emretti.

TEIRESIAS: Eteokles! Benden kehanet falan alamazdı! Dudaklarımı sımsıkı kapalı bulurdu. Ama soran sen olduğun için, konuşacağım. Kreon, bu ülke uzun zamandır hasta, Laios tanrının kesin buyruğuna karşı gelip karısıyla yattığından ve annesinin kocası sefil Oidipus’u doğurduğundan beri.

Gözlerinin korkunç bir şekilde kör edilmesi, bunun dehşeti, tanrıların planının bir parçasıydı – Yunanlılara canlı bir gösteri olması için. Oidipus’un oğulları, zamanla her şeyin unutulacağını umarak gerçekleri gizlemek istediler – Sanki tanrılar ne yaptıklarını fark etmeyecekmiş gibi! Ciddi bir hata yaptılar.

Babalarının haklarını inkar ederek ve onu evde kilitli tutarak, zavallı yaşlı adamın kara kara düşünmesine ve kontrolünden çıkana kadar öfkesini körüklemesine neden oldular. Akıl hastalığının ve ona yaptıkları insanlık dışı muamelenin sonucu olarak korkunç lanetlerle patladı. Elimden geleni yaptım, söyleyebileceğim her şeyi söyledim, Ama Oidipus’un oğulları dinlemedi; Ve ben sadece onların nefretini kazandım çektiğim acılara karşılık. Çok uzak değil, birbirlerini öldürecekleri gün, sözlerime kulak verin! Ceset üstüne ceset düşerken, Argos ve Thebai silahları ayrım gözetmeksizin yağarken, Topraklarımıza matemin sert müziğini sunacaklar.

Sen, tanrının terk ettiği şehir, enkaza döneceksin, Eğer birileri sözlerime kulak vermezse! Ve ilk tavsiyem şudur: Oidipus’un kanından olan hiç kimsenin kral ya da vatandaş olsa bile Thebai’de kalmasına izin verilmemeli. Gemide kalırlarsa gemi batar! Ya da kötülüğün iyilik üzerinde diktatör olduğunu görerek, müdahale etmenin ve devleti kurtarmanın başka bir yolu var… Ama hayır, bundan bahsetmeye cesaret edemem! Bu benim için çok riskli ve şehrin kurtuluşu için bir çare bulmaktan sorumlu olanlar için de çok tatsız olur. Ben gidiyorum. Elveda. Thebai’in geri kalanıyla birlikte beni bekleyen her şeye katlanacağım. Ben sadece bir insanım. Acı çekmemin ne önemi olabilir ki?

KREON: Olduğun yerde kal, yaşlı adam! [onu zapt etmeye çalışır]

TEIRESIAS: Bırak beni!

KREON: Bekle! Neden gidiyorsun?

TEIRESIAS: Kaderin seni bekliyor: Yapmayacağım!

KREON: Bize, yurttaşlarına, ülkene, devleti nasıl kurtaracağımızı söyle.

TEIRESIAS: Ah! İstediğiniz bu: duyduğunuzda istemeyeceksiniz!

KREON: Ülkemi kurtarmayı nasıl istemem?

TEIRESIAS: O zaman gerçekten söylenmesini istiyorsun? Ciddi dileğin bu mu?

KREON: Bundan daha samimi ne olabilir ki?

TEIRESIAS: Birazdan tanrı tarafından gönderilmiş tavsiyemi duyacaksın. Önce şunu açıklığa kavuşturmak istiyorum: Benimle buraya gelen Menoikeos nerede?

KREON: Hâlâ burada; hemen senin yanında.

TEIRESIAS: Kehanetlerime kulak misafiri olmaması için çekilsin.

KREON: Oğlumun dilini tutacağına güvenebilirim.

TEIRESIAS: Onun önünde konuşmamı mı istiyorsun?

KREON: Nasıl kurtulacağımızı bilmenin sevincini paylaşacak.

TEIRESIAS: O zaman tanrıdan esinlenen bu sözlerime kulak ver:
Menoikeos’u öldür. Anavatanı kurtarmak için oğlunuzu feda etmelisiniz.

Şaşkın bir sessizlik olur

Beni onun kaderini açıklamaya zorladın.

KREON: Ne? Bu ne biçim bir saçmalık, ihtiyar?

TEIRESIAS: Mesaj bu: buna göre hareket etmelisin.

KREON: Birkaç saniye içinde her şeyi mahvettin! Bu korkunç bir şey!

TEIRESIAS: Senin için belki: ama anavatan için harika bir kurtuluş vaadi.

KREON: Dinlemiyordum! Duymadım! Lanet olsun Thebai’ye!

TEIRESIAS: Şimdi farklı bir hikaye! Fikrini değiştirmişsin!

KREON: Ve defol git! Senin ‘kehanetine’ ihtiyacım yok.

TEIRESIAS: Gerçek, o zaman, kurbandır, eğer senin için uygun değilse.

KREON: Önünde diz çöküyorum! Merhametli ol! Yaşlandın, saçların beyazladı – merhametin nerede?

TEIRESIAS: Neden ayaklarıma kapanıyorsun? Değiştirilemeyecek bir şeyi değiştirmek için dua ediyorsun.

KREON: Kapa çeneni! Bunların hiçbiri halkın kulağına gitmemeli. Bu konuda konuşmanı yasaklıyorum!

TEIRESIAS: Benden yanlış yapmamı istiyorsun! Sessiz kalmayacağım!

KREON: Bana ne yapmaya çalışıyorsun? Oğlumu öldürecek misin?

TEIRESIAS: Hayır – başkaları onunla ilgilenecek; benim rolüm gerçeği ilan etmek.

KREON: Neden ben? Neden bu korkunç darbe oğluma ve bana indi?

TEIRESIAS: Soru sorma ve cevapta ısrar etme hakkınız var.

[En sevdiği konuda ahkâm kesmesi istenen uzman, konusuna zevkle ısınıyor].

Dirce’nin kaynağını gözetleyen Dünya’dan doğan yılan nerede gizleniyorsa, bu çocuk orada kan kurbanı olmalı ve Kadmos’un soyundan gelen kanı Dünya’ya geri ödemelidir: Ares’in kadim gazabını dinlendirmek için. Kadmos’un öldürdüğü Dünya’nın çocuğu yılan için Kadmos’un varislerini cezalandırıyor. Ve eğer bunu yaparlarsa, Thebalılar Ares’i kendi taraflarına çekecekler. Ve eğer Dünya kaybettiği meyve (yılan) için meyve (oğlunuz) alırsa, Yani kana kan alırsa, Onu da kendi tarafınıza çekersiniz! Tıpkı o altın savaşçıları ürettiği zamanki gibi! Menoikeos ölmeli, Çünkü yılanın dişlerinin torunlarından biri ölmeli. Sen o savaşçılardan hayatta kalan son tam soylusun – anne ve baba tarafından saf, dolayısıyla oğulların da öyle. Haemon’un evliliği onu kurbandan muaf kılıyor. Aslında yatağa girmedi elbette ama aklı fikri cinsellikte – sadece teknik olarak ‘evli değil’. Ancak bu genç sıpa hâlâ özgürce dört nala koşmaktadır ve şehri için bir adak olarak, ölümüyle kendisini doğuran toprakları kurtaracaktır. Adrastos ve Argos’a yenilginin acı tadını verecek. Geleceklerini karartacak bir kasvet perdesi, Thebai ise ihtişamını koruyacak. Seçim zamanı: Ya şehrini ya da oğlunu kurtar!

Gitmek için döner.

Benden bu kadar: önden git kızım, beni eve götür. Kahin olmak nankör bir iş. Olayları ‘onların’ hoşlanmadığı şekilde yorumlarsanız, size düşman olurlar: Onları acıdan kurtarmak için sonuçları tahrif edersen – O zaman tanrıları kızdırırsın. Apollon kendi pis işlerini yapmalı: İnsanlarla doğrudan konuşmalı. O zaman dikkate almak zorunda kalırlar.

Teiresias ayrılır, kızı tarafından götürülür.

KORO LİDERİ: Kreon, neden sessizsin? Sesini mi kaybettin? Şaşırmadım; senin kadar ben de parçalanmış durumdayım.

KREON: İnsan ne diyebilir ki? Benim yolum belli: Benim vatanseverliğim, şehrin oğlumu kurban etmesine izin verecek kadar çılgınca değil! İnsanlar için hiçbir şey çocuklarından daha değerli değildir – Hiç kimse kendi oğlunu ölüme teslim etmez. Oğlumu kaybedeceksem, kahraman olmak istemiyorum! Kendim öleceğim – Sadakatimi bu şekilde göstermeye hazırım: Nasıl olsa hayatımın en iyi dönemi bitti. Haydi o zaman delikanlı, tüm şehri sarmadan önce; Kâhinlerin kehanetlerine aldırma – Ülkeyi terk et, hem de hemen! Yedi Kapı’dan geçip subaylara ve komutanlara haber vermeden önce harekete geçebilirsek, güvendesiniz demektir: Eğer çok geç kalırsak, işte o zaman ölürsün.

MENOİKEOS: Nereye kaçabilirim? Hangi şehre? Hangi dostlarımız var?

KREON: Buradan mümkün olduğunca uzağa.

MENOİKEOS: Yeri söyle, oraya nasıl gideceğimi bulayım.

KREON: Delphi’yi geçip…

MENOİKEOS: O zaman nereye?

KREON: Aetolia’ya…

MENOİKEOS: Peki ya oradan?

KREON: Thesprotian sınırına mı…

MENOİKEOS: Dodona kehanetine mi?

KREON: Anladın.

MENOİKEOS: Bu beni nasıl koruyacak?

KREON: Tanrı bir yolunu bulacaktır.

MENOİKEOS: Para bulmak için ne yapacağım?

KREON: İhtiyacın olan tüm altını gönderteceğim.

MENOİKEOS: Teşekkür ederim, baba.

KREON: Şimdi, git bakalım!

MENOİKEOS: Jocasta Teyze’ye şunu söylemeliyim: Kendi annem öldükten sonra göğsünden ilk süt emdiğimden beri bana bir anne gibi davrandı. Ona veda eder etmez gideceğim ve hayatımı kurtaracağım.

KREON: Pekala! Devam edin. Çok uzun sürmesine izin verme.

Kreon ayrılır: Menoeceus saraya girecek gibi olur, ama babası gider gitmez geri döner.

MENOİKEOS: Hanımlar! Sanırım babamı iyi kandırdım. Beyaz yalanlar sayesinde planımı uygulayabiliyorum. Beni kaçırmaya, korkak gibi göstermeye ve Thebai’nin yazgısını yok etmeye çalışıyor. Sanırım onun yaşında bu anlaşılabilir bir şey. Ama beni doğuran topraklara ihanet edersem kendimi asla affedemem. O zaman şunu bil ki: Gideceğim ve şehri kurtaracağım; hayatımı vereceğim ve ülkem için öleceğim. Bir tanrının emretmediği, ilahi baskıdan uzak, düşmana karşı yan yana duran, ölümden korkmayan, surlara karşı vatan için savaşarak. Ben babama, kardeşime ve şehrime ihanet edip, gizlice kaçan bir adam olamam. Nereye gidersem gideyim, hain olarak damgalanırım. Gök Tanrısı Zeus ve Savaş Tanrısı kanlı Ares adına, bir zamanlar yılanın dişlerinin soyunu bu toprakların hükümdarı yapan, gidip surların üzerine çıkacağım ve Teiresias’ın anlattığı gibi, kanımın yılanın inine, aşağıdaki derin, kara mağaraya akmasına izin vereceğim, Ve ülkemi özgür kılacağım. Konuşmam bitmiştir.

Menoikeos onurlu bir şekilde ölmek üzere yola çıkar. Koro onaylarını ve hayranlıklarını gösterir.

KORO

Birinci dörtlük (Koro’nun yarısı)

Sen geldin,
sen geldin Kanatlı fahişe,
Kara yılanın dölü;
Dünyanın emeğiyle doğdun sen,
Thebanlıların hırsızı,
Her şeyi yakalayan,
her şeyi çığlık atan
Yarı kadın yarı yılan
Melezleşmiş iğrenç şey
Geziniyor
Eğiliyor
Pençeleriyle
Hassas eti parçalıyor.
Çaldın, çaldın genç erkekleri,
Kaldırdın onları Theban köylerinden,
Gözyaşı getirdin topraklarına.
Sen tısladın, onlar çığlık attı;
Acı içinde ölmek için
uyumsuz bir müzik gibi.
Hangi tanrının kana susamışlığı
buna sebep oldu?
Anneler çığlık atıyor
Genç kızlar çığlık atıyor
Aileler yas tutuyor
Aieee! Bağırıyorlar!
Aieee! Bağırın!
Evler birbiri ardına tiz koroya katıldı
ve acı meşalesini uzattı.
Geceleyin bir fırtınada mahsur kalmak gibi
Acı saplanıyor, gök gürültüsü çatırdıyor
Yüksek sesle, her yerde ve rastgele.
Kuş cadalozu çullanınca,
Bir Thebai çocuğu daha kayboldu.

Birinci dörtlük (Koro’nun diğer yarısı)

Sonra Delphi’den gönderildi,
Oidipus, lanetli,
Bu topraklara, Thebai’ye:
O zaman onu sevdiler,
Ama karşılığında
o onlara keder verdi.
Zaferle çözdü
Sfenks’in bilmecesini,
Felaketle kirletti kenti
Evliliğiyle,
evlilik değil, annesiyle.
O, acı içinde,
oğullarına küfürler savurdu,
Ve şimdi onlar kanla
son hesaplaşmaya doğru ilerliyorlar,
Evin üzerindeki son leke.
Doğduğu topraklar için
ölüme giden bir çocuğa aşık oldum.
Kreon’u ağlamaya terk eden,
Zaferi içeri almak için yedi kapıyı açan!
Anne olduğumda,
çocuklarım olduğunda,
lütfen, onun gibi bir tane istiyorum,
Lütfen, Pallas Athena,
Kadmos’a taşı attıran sensin
Yılanı öldüren, kanını döken,
Onu bu eylemlerin peşine sürükleyen
Bugün Thebai’ye bu acıyı getiren;
Tanrılardan gelen bu ceza
Bu toprakları parçalayan.

Haberci sahneye girer.

HABERCİ: Hey! Bu sarayda kapı görevlisi var mı? Açın kapıyı! Jocasta’yı buraya getirin! Hey!

Sarayın kapıları açılır ve JOCASTA dışarı çıkar. En kötüsünden korkmaktadır ve çoktan gözyaşlarına boğulmuştur.

Zamanını boşa harcama. Çık dışarı. Şunu dinle, Oidipus’un karısı: Gözlerini kurulayabilirsin. Artık gözyaşlarına ve ağlamaya gerek yok.

JOKASTA: Sevgili adam, sen bana Eteokles’in ölüm haberini getirmeye gelmedin mi? Seni tanıyorum; düşman silahlarını uzak tutmak için kalkanıyla onun yanında duran sensin: bana haber ver. Öldü mü oğlum, yoksa hâlâ yaşıyor mu?

HABERCİ: Yaşıyor! Artık endişelenme – korkularını yatıştırmak için buradayım.

JOCASTA: Ne oldu? Surlar ve yedi kapı hâlâ sağlam mı?

HABERCİ: Sağlam duruyorlar. Şehir düşmedi.

JOCASTA: Ordu Argos saldırısının tüm gücüyle karşılaştı mı?

HABERCİ: Çok zordu ama savaş tanrısı bizim tarafımızdaydı ve Argive ordusuna üstünlük sağladık.

JOCASTA: Bir şey daha, lütfen, Tanrı aşkına; Polyneikes hakkında bir şey duydun mu? Yaşayıp yaşamadığını öğrenmeliyim.

HABERCİ: Her iki kardeş de, sağlam bir çift tay gibi, hala yaşıyor; şimdiye kadar.

JOCASTA: Tanrı seni korusun! Şimdi – Argive ordusu – onları surlardan uzak tutmayı nasıl başardınız? Söyle bana. İçerideki kör ihtiyar, ülkenin güvende olduğunu duyunca ne kadar sevinecek.

HABERCİ: Eteokles, vatan için ölen Kreon’un oğlu, surların en yüksek yerinde durup kılıcını çeker çekmez ve bu toprakları kurtarmak için boğazını keser kesmez, yedi komutanı Argos gücüne karşı ana savunma olan yedi kapıya tahsis etti ve süvarileri desteklemek için yedek süvariler ve piyadeleri desteklemek için yedek piyadeler yerleştirdi, böylece surlarda zayıf bir nokta olursa, takviye kuvvetler hemen oraya gelebilirdi.

Akropolis’ten, Teumessos’tan yola çıkan Argosluların beyaz kalkanlarını görebiliyorduk. Siperi geçer geçmez şehrin surlarına doğru iki koldan ilerlemeye başladılar. Savaş naraları atılıyor ve borazanlar çalınıyordu – onlar ve bizimkiler birlikte.

Argosluların ilki, Neistan Kapısı‘na doğru bölüğüne önderlik eden Parthenopaeus‘tu – kalkanlardan oluşan duvarları korkutucu bir manzaraydı – avcı Artemis’in soyundan geliyordu. Kalkanının üzerinde aile amblemi vardı: Atalanta oklarını fırlatıyor ve Aetolian yaban domuzunu öldürüyordu.

Proetid Kapısı‘nda savaşçı-rahip Amphiaraus arabasını sürüyordu, yanında da kurbanlık adakları vardı. Gösterişli amblemleri yoktu, sadece mütevazı boş bir kalkanı vardı.

Ogygian Kapısı‘nda Lord Hippomedon, kalkanındaki amblemiyle hücum ediyordu: her şeyi gören Argos, boyalı gözlerle kaplıydı – yükselen yıldızlara bakanlar açık, batan yıldızlara bakanlar ise kapalıydı. Bunu ancak daha sonra, tabii ki o öldükten sonra görebildim.

Homoloid Kapısı‘nda Tydeus ordusunun başındaydı; kalkanının üzerinde korkunç yeleleriyle bir aslan postu vardı. Sağ elinde şehri ateşe vermek için alevli bir meşale taşıyordu, adeta yeni Prometheus gibi görünüyordu.

Crenaean Kapısı‘nda oğlun Polyneikes sanki yanında savaş tanrısı varmış gibi görünüyordu. Kalkanı gerçekten çok özeldi: vahşi atlar dörtnala koşuyor, korkudan şahlanıyordu – kalkanın içinde, kolun yanındaki bir kol tarafından kontrol ediliyorlardı, bu yüzden gerçekten panik içinde koştuklarını düşünebilirdiniz.

Kendini Ares kadar büyük bir savaşçı olarak gören kişi, bölüğünü Electran Kapısı‘na doğru götürüyordu: Kapaneos. Kalkanının üzerindeki demir levhalarda, omuzlarında levyelerle temellerinden söktüğü koca bir şehri taşıyan topraktan doğmuş bir dev vardı – Thebai’nin başına gelebileceklerin bir habercisi!

Adrastos yedinci kapıdaydı. Kalkanını yüz yılan resmiyle süslemişti – Argos amblemi çoğaltılmıştı! Her yılanın ağzında, surlardan söküp attığı bir Thebaili vardı. [Jocasta ve Koro ayrıntıların çokluğu karşısında biraz kuşkuyla bakar]

Bölük komutanlarımıza parolayı götürme görevi bana verildiğinde bu kalkanlara düzgün bir şekilde bakma şansım oldu.

Onları uzaktan bombardımana tutarak başladık – oklar, ciritler, uzun menzilli sapanlar ve sıradan taşlar. Avantajı ele geçirmeye başladığımızda, Tydeus ve oğlun bağırdı:

“Argoslular! Bu yaylım ateşiyle dağılmadan önce, neden piyade, süvari ve savaş arabalarıyla birlikte kapılara topyekûn bir saldırı yapmıyoruz?”

Mesaj ulaşır ulaşmaz kimse geri adım atmadı. Adamlar sinek gibi düşüyordu, kafaları yarılmıştı, şehrin tam önünde kabus gibi cambazlar gibi yuvarlandıklarını görebilirdiniz.

Tozlu toprak kan akıntılarını açgözlülükle emiyordu. Atalanta’nın oğlu Parthenopaeus – tesadüfen bir Arkadyalı, gerçek bir Argoslu değil – bir kasırga gibi kapıya hücum etti, duvarı yıkmak için ateş topları ve kazmalar istedi. Deniz Tanrısı’nın oğlu Periclymenus, kafasına devasa bir duvar parçasını iterek onu durdurduğunda çılgına dönmüştü: siperlerin bir parçası – tek başına bir araba dolusu olabilirdi. Kafasını dümdüz etti – saçları sarıydı – kafatası, tıpkı dikişleri sökülmüş bir giysi gibi dağıldı. Yüzü – o taze, çekici yüzü – şimdi kanlı bir hamur gibiydi. Annesi Atalanta‘ydı – yayıyla güzel atışlar yapan – Maenalus Dağı’nın avcısı: Eh, şimdi eve ona dönmeyecek.

Oğlun Eteokles bu kapıda işlerin ne kadar iyi gittiğini görünce aceleyle başka bir yere gitti, ben de gittim. Tydeus ve ordusunun kalkan duvarlarının arkasında güvende olduklarını, kapının üstündeki korkuluklara bir cirit yağmuru -Aetolian tipindeydiler- yağdırdıklarını gördüm: o kadar etkiliydiler ki, savunmacıları hemen temizlediler. Ama oğlunuz onları bir avcının tazılarını toparladığı gibi toparladı ve kısa sürede yerlerine dönmelerini sağladı.

Diğer kapılara doğru acele ettik, artık buradaki kargaşayı durdurmuştuk. Kapeneos‘u nasıl tarif edebilirim? Çılgın bir adam gibiydi. Elinde inanılmaz uzunlukta, tamamen uzatılmış bir hücum merdiveni tutarak geldi ve Zeus’tan gelecek bir yıldırımın bile onu Thebai’yi almaktan ve yüksek duvarlarını yıkmaktan alıkoyamayacağını söyleyerek övünüyordu. Evet, bunu haykırıyor ve yukarı doğru ilerliyordu – biz onu taş yağmuruna tutarken vücudu kalkanının altında iki büklüm olmuştu – parlak basamakları istikrarlı bir şekilde tırmanıyordu. Zeus onu bir yıldırımla yakaladığında başını korkuluğun üzerinden henüz çıkarmıştı! Çatırtıdan sonra yer sarsıldı ve herkes korkudan ölmek üzereydi.

Kolları ve bacakları Ixion’un tekerleği gibi alevler içinde havada dönerek vücudundan ayrıldı. Yere düştüğünde gövdesi hâlâ yanıyordu. Adrastos Zeus’un ordusuna karşı geldiğini anlayınca adamlarını siperin ötesine çekti. Ama bizim taraf, sağ taraftaki şimşeği görünce ve bunun Zeus’un bize yardım ettiği anlamına geldiğini anlayınca, savaş arabaları, süvariler, piyadeler, sıcak takibe başladılar ve düşman hatlarının içine daldılar. Her şey çok kötüydü. İnsanlar ölüyordu, bazıları savaş arabalarından fırlamıştı; tekerlekler havada uçuyor, dingiller dingillere çarpıyor, cesetler altta yatan cesetlerin üzerine yığılıyordu. Öyleyse. Felaketi önledik. Thebai’nin kuleleri hâlâ ayakta. Şansımızın devam edip etmeyeceği tanrılara bağlı. Şimdilik, bazı doğaüstü güçler bizi güvende tuttu.

JOCASTA: Kazandığımız için memnunum. Eğer bu tanrıların büyük planının bir parçasıysa, mutlu olurum. Tanrılar ve şans, her ikisi de iyi davrandı. Oğullarım hayatta ve şehir kurtarıldı. Görünüşe göre Kreon, Oidipus’la evlendiğimizde başlayan talihsizliği miras alıyor. Bir oğlunu kaybetti – şehir için muhteşem, kendisi için trajik olsa da.

Hadi bakalım, hikâyeye devam edelim: Şu iki oğlum bundan sonra ne planlıyor?

HABERCİ: En iyisi sormamak. Şimdiye kadar şans onlardan yanaydı.

JOCASTA: Bu kulağa uğursuz geliyor. Devam et.

HABERCİ: Oğullarınızın güvende olduğunu bilmekten daha önemli bir şey var mı?

JOCASTA: Hayır, eğer daha sonra ne olduğunu duyarsam mutlu olurum. [Kadın onun çıkışını engelliyor]

HABERCİ: Bırakın beni! Oğlunuz kalkan taşıyıcısından yoksun kaldı.

JOCASTA: Sakladığın kötü bir şey var, beni karanlıkta tutmaya çalışıyorsun.

HABERCİ: İyi haberlerini kötü haberlerle bozmaya yüreğim elvermiyor.

JOCASTA: Kanatlanıp uçup gitmezsen bana söylemek zorundasın.

HABERCİ: Ey tanrılar! Neden iyi haberin peşinden gitmeme ve kötü haberden kaçınmama izin vermediniz? İki oğlun da -düşüncesiz bir kahramanlık örneği olarak- orduları olmadan tek başlarına düello yapmak niyetindeler. Öyle şeyler söylediler ki – halkın önünde, Thebai ve Argos ordularının önünde – duyacağımı hiç düşünmediğim şeyler.

Bu Eteokles’in girişimiydi. Bir haberciye sessizlik çağrısı yapmasını emretti; sonra duvarın en yüksek noktasında durarak söze başladı: “Buraya gelen Argoslu liderler ve siz Thebaililer, Polyneikes ve benim için değerli hayatlarınızı feda etmenize gerek yok. Kardeşimle göğüs göğüse çarpışarak sizi tüm risklerden kurtaracağım. Eğer onu öldürürsem, ailenin tek reisi ben olacağım ve eğer kaybedersem, yönetimi ona devredeceğim. Savaştan muafsınız Argoslular; evinize dönün, hayatlarınızı boşa harcamayın – burada yatan Thebai cesetleri size yeter.”

Söylediği buydu. O zaman öbür oğlun Polyneikes yerinden fırladı ve konuşmayı övdü. Bütün Argoslular ve Thebai halkı bunun adil bir öneri olduğunu düşünerek alkışladılar. Bir ateşkes yaptılar ve mızrak hatlarının arasında liderler anlaşmaya sadık kalacaklarına dair yemin ettiler. Yaşlı Oidipus’un oğulları olan iki genç çoktan zırhlarını giymiş, cesetlerini tunçla örtmüşlerdi. Arkadaşları onlara yardım ediyordu – liderimizin yanında en soylu Thebalılar vardı, Polyneikes’in yardımcıları ise Argos’un en iyileriydi.

Orada görkemli bir şekilde duruyorlardı, ikisinin de yüzünde korku belirtisi yoktu, her biri mızrağını fırlatmak için sabırsızlanıyordu. Dostları cesaret vermek için yanlarına gelip şöyle diyorlardı: “Polyneikes, zafer heykelini Zeus’a sen sunacaksın; Argos’ta nasıl bir ün, nasıl bir efsane olacağını düşün!” Eteokles’e şöyle dediler: “Şimdi Thebai için savaşıyorsun! Görkemli zaferini kazandığında, tüm güç senin olacak!” Böylece devam ettiler, onları savaş için ateşlediler. Rahipler sığırları kesiyorlardı; alevleri inceliyorlar, belirli titreşim türlerinin kesin önemi üzerine kafa yoruyorlardı. Zafer işareti ile yenilgi işaretini birbirinden ayırmak o kadar da kolay değildir. O halde herhangi bir etkiniz, kurnaz planlarınız ya da sihirli bir karışımınız varsa, onları çağırın! Acele edin; çocuklarınızı bu trajik karşılaşmadan uzaklaştırın! Kaybedecek zaman yok. Eğer bugün iki oğlunuzdan da mahrum kalırsanız, kazanacağınız şey gözyaşı ödülü olacak.

Jocasta sarayın içinde bağırır.

JOCASTA: Antigone, çocuğum! Buraya gel! Dışarı çık! Bugün dans yok. Oyunlarını kızlara bırak, bu acil bir durum: bana yardım etmelisin! Kardeşlerinin – ikisi de çok iyi genç adamlar – birbirlerini öldürmelerini engellemek için annene yardım et!

ANTIGONE: Sorun ne anne? Evin dışındaki bu gürültü de ne?

JOCASTA: Ah canım, kardeşlerinin hayatı mahvoldu.

ANTIGONE: Ne demek istiyorsun?

JOCASTA:Hepsi tek bir mızrak darbesiyle!

ANTIGONE: Tanrım! Ne yapabiliriz anne?

JOCASTA: Henüz bilmiyorum – ama benimle gel.

ANTIGONE: Nereye? Odamdan ayrılmayı mı kastediyorsun?

JOCASTA: Orduya!

ANTIGONE: Utanırım!

JOCASTA: Şimdi duyguların için endişelenecek zaman yok.

ANTIGONE: Ne yapmam gerekecek?

JOCASTA: Kardeşlerinin kavgasını durdur!

ANTIGONE: Nasıl?

JOCASTA: Sadece benim yaptığımı yap; kendini yere at – yalvar ve yakar!

[Habeciye] Bana yolu göster. Daha fazla zaman kaybetmeyelim.

Hadi o zaman kızım, hadi. Onlar başlamadan önce oraya varabilirsem, hayatım güvende: eğer ölürlerse, ölümlerini paylaşacağım. [Dışarı çıkarlar]

Koro sanki ölüm haberini çoktan duymuş gibi çığlık atar.

KORO

Bir dehşet duygusu var içimde,
Dehşet midemi bulandırıyor,
midem bulanıyor korkudan.
Ah nasıl da hissediyorum,
annenin ıstırabını.
İki oğul – hangisi ölecek?
Hangisi kardeşinin akıtacak kanını?
Ey dehşet! Zeus!
Toprak ana!
Kes boynunu kardeşinin
Al canını kardeşinin
Kalkanlar kilitli
Kan akıyor.
Dayanamıyorum!
Nefret ediyorum!
Hangi buruşuk ceset için
ölüm çığlığı atayım?

Çığlık atıyorlar. Tiz ve ürpertici bir ses.

Kan soluyan iki hayvan
Dövüşmek için gerilmiş.
Bir hamle, bir hamle;
Düşüş, çöküş,
Bir kan gölü
Kan kardeşler.
Sizi aptallar!
Neden buluşup
dövüşmeyi kabul ettiniz?
Aklınızdan ne geçiyordu?
Ben Yunan değilim ama
bağırıp çağıracağım
ve ağlayacağım cesetlerinize.
Ölüm kurasının yaklaştı zamanı.
karar verecek ne olacağına kılıçlar.
Ölüm olmasın,
ey Fury’ler,
ölüm olmasın!

Kreon tek başına yaklaşır.

Kreon’u görebiliyorum,
hüzünlü gri bir duman gibi
saraya doğru ilerliyor.
Ağıtımızı kesme zamanı.

KREON: [Ağlayarak] Ne yapmalıyım? Kendim için mi ağlıyorum, yoksa şehir için mi bilmiyorum. Fırtına rüzgârları Thebai’nin üzerinde, şehri cehenneme doğru sürüklüyor ve oğlum öldü, onun için canını verdi. Kazandığı şan ve şöhret benim için küçük bir teselli. Onu Yılan Kayalığı’nın altından aldım ve kendi kollarımda taşıdım – kırık vücudu, kendine ne kadar zarar verdi! – ve onu herkesin hala kederden perişan olduğu eve getirdim. Ben artık yaşlı bir adamım. Kız kardeşim Jocasta’yı bulmaya geldim – birlikte yaşlandık – ondan artık benim oğlum olmayan oğlumu yıkamasını ve yatırmasını isteyeceğim. Ölmemiş olan bizler, ölmüş olanlara gereken saygıyı göstermek ve ölüm tanrılarının talep ettiği törenleri yerine getirmekle yükümlüyüz.

KORO LİDERİ: Kreon, kız kardeşin gitti. Kızı Antigone’yi aldı ve gitti. Birlikte gittiler.

KREON: Hangi yöne? Hangi yeni felakete? Nerede olduğunu göster.

KORO LİDERİ: Duyduğuma göre oğulları bir düello yapacaklarmış, kraliyet sarayını hangisinin yöneteceğini belirlemek için.

KREON: Bu da ne? Oğlumun ölümüyle o kadar meşguldüm ki, bu son haberi duymadım.

KORO LİDERİ: Her neyse, kız kardeşiniz bir süre önce gitti. Sanırım Oidipus’un oğulları şimdiye kadar ölüm kalım yarışını tamamlamışlardır.

KREON: Ey tanrılar! Evet, işte kanıt geliyor.

İkinci bir habercinin yaklaştığı görülür.

KREON: Bir adamın geldiğini görüyorum, bir haberci, kül rengi yüzlü, gözümden kaçmaya çalışıyor. Olanları tam olarak rapor edecek. Umutsuzluk içindeyim. Nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Ne söyleyecek sözüm ne de yeterince gözyaşım var.
İşimiz bitti. Bu mesajda teselli yok. Haberler kötü, en kötüsü. Konuşmak benim için ıstırap verici.

Bugün payıma düşen darbeleri aldım: Şimdi ne olacak?

HABERCİ2: Kız kardeşinin oğulları artık yaşamıyor, Kreon.

KORO LİDERİ: Hayır! Bu haber gerçekten kötü – ve sadece benim için değil, tüm şehir için.

KREON: [Bağırarak] Oidipus Evi! Oğulları öldü! Tek bir vuruşta hep birlikte!

KORO:Evet, ev ağlardı, eğer duvarlar hissedebilseydi.

KREON: Ey tanrılar! Felaket! Kader beni bayılttı.

HABERCİ2: Korkarım en kötüsü bu değil. Daha fazla kötü haber var.

KREON: Olamaz! Daha fazla darbe alamayız.

HABERCİ2: O öldü. Kız kardeşin çocuklarının yanında öldü.

KORO: [Çığlıklar eşliğinde]

Çığlıkları zorla!
Zorla onları!
Bırakın gelsinler!
Bırakın onları!
Kollarınızı kaldırın
Vurun kafanıza
Parmak eklemlerini çürütün.

KREON: Canım, Sfenks’in bilmecesi hayatını değiştirdi – sana evliliğini getirdi – ve şimdi böyle bitiyor. Nasıl oldu bu? Oidipus’un lanetinin öngördüğü çifte ölüm mü? Söyle bana!

HABERCİ2: Surların dışındaki başarımızı biliyorsunuz – Thebai küçüktür, haberler hızlı yayılır. Yaşlı Oidipus’un oğulları silahlarını kuşandıktan sonra, iki savaş hattının arasında yerlerini aldılar, güreşçiler gibi hazır bir şekilde silah düellosuna giriştiler. Argos’a dönerek Polyneikes dua etti: “Leydi Hera. Adrastos’un kızıyla evlendiğime ve Argos benim evim olduğuna göre, ben sana aidim. Kardeşimi öldürmeme izin ver; mızraklı kolum zaferin kanını tadabilsin.” Kazanmak için dua ettiği en sarsıcı ödül kardeşinin ölümüydü. Birbirleriyle göz göze geldiklerinde, olayın büyüklüğü birçok kişiyi ağlatmıştı. Eteokles, Altın Kalkanlı Athena’nın tapınağına bakarak dua etti: “Zeus’un kızı. Mızrağımı şanlı bir zafer kazanmak için fırlatmamı sağla. Bu dirseği doğrulttuğumda, kardeşimin göğsünü delmek için hızlansın.”

Sonra ani bir alev patlaması gibi, borazanın sesi ölümcül dövüşün başlama işaretini verdi. Korkunç bir hızla birbirlerine doğru fırladılar. Acımasız dişlerini bileyen iki yaban domuzu gibi kucaklaşırcasına kenetlendiler, sakallarına tükürük damlaları damlıyordu. Mızraklarını fırlatacak yer bulmak için birbirlerinden ayrıldılar. İkisi de iki büklüm olmuş, kalkanlarının arkasına çömelmiş, demir uçların zararsızca sekmesini umuyorlardı. Biri diğerinin kenardan baktığını görürse, fırsatını bulmuşken suratına indirmek için mızrağını doğrulttu. Ama kurnazca gözlerini kalkan kenarlarının altında tuttular, böylece her iki mızrak da genişçe savruldu.

Seyircilerden, dövüşenlerden daha fazla ter damlıyordu, arkadaşları onlar adına o kadar yoğun bir korku hissediyorlardı ki. Sonra Eteokles ayağının altındaki bir taşı, kaymasından korktuğu için kenara itti ve bacağını kalkanının dışına çıkardı. Polyneikes, bir hamle yapma şansını yakaladığını düşünerek hamlesini yaptı ve baldırına sapladı – Argos mızrağının ucu bacağından içeri girmişti.

Tüm Argos ive ordusu ayağa kalkmış, çılgınlar gibi tezahürat yapıyordu. Ama tepkiler yüzünden dikkati dağıldığı için omzunu korumasız bırakmıştı. Yaralı olmasına rağmen Eteokles bunu fark etti ve Polyneikes’in göğsüne güçlü bir bıçak darbesi indirdi. Bu Thebalıları coşturdu – coşku içindeydiler – ama mızrağının ucu saplama sırasında kırılmıştı.

Mızrağı artık kullanılamaz haldeyken geri çekildi ve bir mermer parçası aldı – Polyneikes’in mızrağına yarıya kadar çarptı ve onu kırdı. Artık ikisi de ana silahlarını kaybetmişti ve bir kez daha mücadele edeceklerdi. Hemen kılıçlarını çektiler ve boğuşmaya başladılar, kalkanlarını birbirine vuruyor ve ayaklarını yere sağlamca basarak itişip kakışıyorlardı.

Sonra Eteokles bir şekilde Tesalya kuklasını hatırladı – oraya yaptığı ziyaretlerde öğrendiği bir şeydi bu ve onu oyuna soktu. Saldırı pozisyonundan çıkarak, savunmasız karnını göstermemeye dikkat ederek sol ayağıyla bir adım geriye ve sonra yana doğru gitti, ardından sağ ayağıyla öne doğru adım attı; hamle yaptı ve kılıcını göbeğinden geçirip omurların arasına sapladı. Polyneikes acı içinde iki büklüm oldu ve kan fışkırarak yere yığıldı. Her şeyin bittiğini düşünen Eteokles zafer kazanmışçasına kılıcını yere fırlattı ve kurbanının zırhını çıkarmak için eğildi. Buna niyetlenirken, hâlâ savunmasız olabileceğini fark etmemişti. İşte ona bunu yapan şey buydu. Kardeşi hala nefes alıyordu – sadece – yere düşerken kılıcına tutunmuştu ve şimdi, son bir çabayla, ilk düşen Polyneikes, bıçağı sapladı ve Eteokles’in kalbine ulaştı. Böylece ikisi de yüzükoyun toprağı ısırarak yan yana yattılar. Gücün kimde olması gerektiği konusunda anlaşamadılar.

KORO LİDERİ: [Sınır tanımadan ağlar] Kalbim sana nasıl da yanıyor, Oidipus:
Görünüşe göre, lanetlerin tanrı tarafından onurlandırıldı.

HABERCİ2: Kötü haberlerin geri kalanını dinleyin.

Anneleri, zavallı perişan yaratık, olay yerine vardığında çocukları çoktan düşmüş ve ölmek üzereydiler. Yaralarını gördüğünde ve ölümcül olduklarını anladığında haykırdı: “Çocuklarım, benim görevim sizin hayatınızı kurtarmaktı. Çok geç kaldım.” Kendini sırayla her çocuğun yanına atarak ağlıyor, çığlık atıyor, beslendikleri memeleri gösteriyor ve tüm sevgisinin ne kadar yararsız olduğunu haykırıyordu.

“Oğullarım! Artık yaşlılığım için hiç destek alamayacağım!” Kız kardeşleri yanına çömelmiş, onu koruyordu. “Kardeşlerim,” diye hıçkırdı. “Artık beni evli görecek kimse yok.” Eteokles’in göğsü kabardı ve büyük bir nefes verdi -sanki ölmek çok zor bir işmiş gibi- annesini duymuştu ve nemli elini onunkinin üzerine koydu. Hiç ses çıkarmadı ama gözlerindeki yaşlar onun adına konuşuyor, sevgisini işaret ediyordu. Polyneikes hâlâ nefes alıyordu. Kız kardeşini ve annesi olan yaşlı kadını görünce şunları söyledi: “Anne, ben ölüyorum. Sana, kız kardeşime ve şuradaki kardeşimin cesedine yaptıklarım için özür dilerim. O ailemdendi ve düşmanım oldu, ama hala ailemden. Beni, annemi ve kız kardeşimi, ailemi, doğduğum topraklara gömün. Şehri öfkesini unutmaya ikna et ve hiç evim diyecek kadar yaşamamış olsam da anavatanımın bu küçük parçasına sahip olmama izin ver. Gözlerimi kapatan senin elin olsun” – ve annesinin elini gözlerinin üzerine kendisi koyar – ”ve… hoşça kal. Karanlığın yaklaştığını hissediyorum.” Aynı anda iki kardeş de son nefeslerini verdiler. Trajik hayatları sona ermişti. Anneleri, bunun bir son olduğunu anlar anlamaz, duygularına yenik düşerek cesetlerin yanından bir kılıç kaptı ve yaptığı şey… korkunçtu. Kılıcın ucunu boynuna dayayarak bıçağı itti; ve orada, çok sevdiği oğullarının arasında, her birine sarılmış bir kolla ölüme uzandı. [Duraksar]

Askerler ayağa fırladı ve tartışmaya başladılar – biz kazananın efendimizin olduğunu söyledik, diğerleri Polyneikes’in. Liderler de tartışıyordu: Bazıları Polyneikes’in ilk darbeyi vurduğunu, diğerleri ise ikisi de öldüğüne göre iki tarafın da kazanamayacağını söylüyordu. Bu sırada Antigone fark edilmeden kaçtı. Artık ordular silahlarını almak için acele ediyorlardı. Neyse ki Thebalılar silahlarını yakın tutma basiretini göstermiş ve kalkanlarını üzerine oturmak için kullanmışlardı. Böylece ilk biz girdik: Argosluların üzerine düştük ve onları hala zırhlarını giyerken şaşırttık. Bir tanesi bile savaşmak için ayağa kalkmadı: bozgun halinde ovanın her tarafına dağıldılar. Binlercesi mızraklarımıza hedef olurken, yeryüzü kısa sürede kana bulandı. Ve böylece savaşı kazandık. Bazıları zafer hatırası olarak Zeus’un bir heykelini dikerken, diğerleri Argos cesetlerinin kalkanlarını soymaya ve ganimetlerini şehre geri taşımaya başladı. Antigone ile birlikte başka bir grup da ailelerinin yas tutması için cesetleri buraya getiriyor. Thebai için çabalarımız zaferle ve trajediyle sonuçlandı. [Sahneden çıkar]

KORO: Artık bu evin sefaleti sadece duyduğumuz bir şey değil. Görmek mümkün, saraya yaklaşırken, üç kişinin cesedini, ölümde birlikte, Karanlığın sonsuzluğundan eşit bir payla.

ANTIGONE içeri girer, üç cesedi taşıyan taşıyıcılar tarafından takip edilmektedir. Saçları açık ve elbisesinin üst yarısı çözülmüştür.

ANTIGONE: Artık “utangaç küçük kız” değilim. Başımı, saçlarımı, bedenimi saklayan, halkın bakışlarından uzakta yaşayan. Yüzümde “kızlık alçakgönüllülüğü” örtüsü yok – Kızarmış gözlerimi, kızarmış ve alev alev yanaklarımı herkes görebilir. Peçemi attım, uzun saçlarımı serbest bıraktım, elbisemi çıkardım – Safran ipeği şimdi üzerimde ne kadar uygunsuz görünüyor, bu bedenlerin yasını tutanların başındayım. Birden kendimi tüm kısıtlamalardan kurtulmuş hissettim: Bir bakir, Dionysos tarafından ele geçirilmiş, Yaşamın değil Ölümün festivalinde.

[Ağlar ve inler] Polyneikes; demek adın kaderinmiş. Ey Thebai! “Hiddetli”; ‘Çok tartışan’. Senin kavgandı – Pek kavga sayılmazdı, kanlı bir cinayetti, Cinayetle eşleşen katliam Tarifsiz kanlı şiddetle acımasızca işlendi: Cinayet Oidipus’un ailesini ortadan kaldırdı.

Ne ağıt, ne cenaze müziği, ne teselli töreni… Hiçbir şey yardım edemez evime, aileme, gözyaşı var, sadece gözyaşı, kanlar içindeki üç üyesini eve getirirken Anne ve oğulları: Öfke için sevindirici bir manzara, İntikam Ruhu.

Bu, Oidipus’un ailesini yok edişini tamamlıyor, canavar-kadının anlaşılmaz bilmecesini, Sfenks’in şarkısını anlaşılır hale getirdiğinde başlayan ve hayatını şiddetli bir şekilde sona erdiren. Ne Yunanlı ne de başka bir kadın, geçmişte ya da günümüzde hiç kimse, gözle görülür bir şekilde taşıdığım insan ıstırabının ağırlığına katlanmadı. Bu benim keder şarkım. Bir yerlerde var mı, belki büyük bir meşe ağacının yaprakları arasında ya da yüksek bir çamın iğnelerinde, yetim bir yavru,kayıp annesi için acıyla ötüyor, kimin notası benim kederimi yansıtabilir? Benim ağlamalarım da onunkiler gibi, sadece ağlamakla geçecek bir hayatın başlangıcı. Kederle geçecek bir ömür… Her gün dökülecek yeni gözyaşları.

Saçımı yolduğumda, ilk avuç kimin bedenine atılmalı? Annemin mi? Bir zamanlar birlikte yaşam sütünü emdikleri göğüslerine mi koymalıyım? Yoksa kardeşlerimin müstehcen bir şekilde parçalanmış cesetlerine mi?

[Ağlar ve çığlık atar] Baba! Baba! Evden çık! Burası da bir o kadar karanlık. Yaşlı olduğunu biliyorum, ama sefil hayatının sana ne yaptığını göster dünyaya. Bir zamanlar gözlerinin üzerine o kalın karanlık perdeyi indirdiğin, şimdi günlerinin hüzünlü yorgunluğunu yaşadığın evi terk et. Neredesin sen? Tökezliyor musun, yaşlı ve kaybolmuş, bir sütundan diğerine sendeleyerek mi gidiyorsun? Yoksa yatağında acılarını mı emziriyorsun?

Oidipus saraydan yavaş ve acı içinde çıkar.

OIDIPUS: Antigone, çocuğum, neden beni ışığa getirdin? Karanlıkta odamda yatağımdaydım, ve senin çığlıkların, delici haykırışların adımlarımı kör bir adamın sopası kadar doğru yönlendirdi. Görmek istediğin bu muydu? Bu solgun hayalet gölge, Ölüm ülkesinden gelen bu hayalet, bu titrek rüya?

ANTIGONE: Baba. Duymanız gereken bazı acımasız sözler var. Oğulların öldü, karın da öyle, her zaman seninle ilgilenen ve adımlarına rehberlik eden karın… Ey baba! [Yere yıkılır]

OIDIPUS: [İnleyerek] Acılarım! Ağlayacak, protesto edecek başka bir şey! Üç hayat. Nasıl öldüler? Nasıl öldüler? Çocuğum benim! Lütfen söyle.

ANTIGONE: Seni suçlamıyorum. Kına yakmıyorum ve “Ben demiştim” demiyorum. Bunu söylemek bana çok acı veriyor: Senin lanetin, kılıçlar, ateş ve kanlı cinayetler getiren bir iblis, oğullarını ziyaret etti. Ey baba! [tekrar yıkılır]

[İnleme sesi gelir]

Neden ağlıyorsun?

OIDIPUS: Oğullarım için!

ANTIGONE: Sadece ağla, bırak gözyaşların aksın. Ama görebilseydiniz, güneşin dört atlı arabası körlüğünüzü yakıp geçseydi ve cesetleri görebilseydiniz…

OIDIPUS: Yeter. Ölü oğullarımı hayal edebiliyorum.Ama acı çeken karımın kaderi nasıl oldu?

ANTIGONE Kontrolsüzce ağlıyordu; Göğüslerini açarken onu kimin gördüğüne aldırmıyordu.

Oğullarının vicdanını sarsmak için. Onları Electran Kapısı’nın yanında buldu, Asfodel dikenleri ve mızraklarla dolu bir çayırda; annem bir öfke seli gördü; oğulları bir inin üzerinde ölümcül bir dövüşe kilitlenmiş aslanlar gibiydi, yaraları çoktan Ares’in soğuduktan sonra ölüm tanrısı Hades’e sunduğu sıcak içkiyi pompalıyordu. Cesetlerin yanından bir kılıç aldı, sonra yeni dövülmüş bronzu tavlayan bir demirci gibi, etinin derinliklerine sapladı. İki oğluna olan sevgisinden acı çekerek, onların arasına düştü. Böyle şeyleri ayarlayan bir tanrı, tüm bu acıyı bir araya getirdi baba, bugün ailemiz için.

KORO: Bugün Oidipus’un evi için birçok korkunç şeyin gerçekleşmesine tanık oldu. Gelecek daha mutlu olsun!

KREON: Ağlamayı kesin. Şu anda tek düşünmemiz gereken cenaze töreni. Sen, Oidipus, söyleyeceklerimi duymalısın. Oğlun Eteokles, bu ülkenin yönetimini bana emanet etti ve Antigone adlı kızın oğlum Haemon’la evlenmesi için krallığı çeyiz olarak verdi. Buna göre, artık Thebai’de kalmana izin veremem. Teiresias, sen burada yaşadığın sürece kentin bir türlü iflah olmayacağını açıkça söyledi. Umarım kırılmamışsındır – bu politika. O yüzden çekil. Kişisel bir garezim yok, ama sana musallat olan lanetin şehrimize daha fazla zarar vermesinden korkuyorum.

OIDIPUS: Kader! Doğduğum andan itibaren beni acı ve sefalet için seçtin. Ben daha annemin rahminden ışığa çıkmadan önce Apollon, Laios’a bu ceninin babasının katili olacağı kehanetinde bulunmuştu. O zaman benim ne şansım vardı? Doğduğumda, tohumumu eken baba, kâhinin söylediği gibi bebeğinin bir düşman olduğuna ve onun tarafından öldürüleceğine inanarak hemen ölümümü planlamaya başladı.

Beni annemin memesinde ağlarken ölüme gönderdi – Kithaeron Dağı’ndaki kurtları beslemek için zavallı bir yemek olarak. Ama orada kurtarıldım: Kithaeron cehennemin en derin çukuruna atılmalıydı – ölmeme izin vermeyi reddetti ve lanetim beni Kral Polybus’un evinde bir kölenin hayatına sürükledi. Lanetin etkisiyle babamı öldürdüğümde, sefil annemin yatağına girdim ve Laios’un lanetini oğullarıma aktararak yok ettiğim kardeşlerin babası oldum. Ben akıllı bir adamım – beni kör olmaya ve oğullarımı lanetlemeye zorlayan bir tanrı olmalı: İlahi bir kötülüğün kurbanı olmasaydım asla böyle davranmazdım.

Ah, pekala. Belli ki lanet hala aktif olduğuna göre şimdi ne yapmalıyım? Kim benim rehberim olacak ve kör adamın ayaklarını yönlendirecek? Karım öldü – hayatta olsaydı yardım ederdi, biliyorum. Oğullarım, o güzel, sağlam taylar? Artık benim değiller. Hâlâ kendime bakabilecek kadar sağlıklı mıyım? İmkansız! Neden beni ölüme mahkum ediyorsun, Kreon? Eğer beni Thebai’den sürersen, bu benim ölümüm olur. Sürünmeyeceğim, bir köylü gibi önünüzde kendimi alçaltmayacağım. Ben bir zamanlar kraldım. İşler ne kadar kötüye giderse gitsin, saygınlığımdan ödün vermeyeceğim.

KREON: Ayaklarıma kapanmamakla akıllıca bir karar verdiniz ve ben de burada kalışınızın daha fazla uzamasına izin vermemeye karar verdim. [Tabutu taşıyanlara]

Bu cesetler: Bunu saraya götürmenizi istiyorum. Diğeri, kendi şehrini istila etmek için askerlerle birlikte gelen Polyneikes – cesedini şehir sınırları dışına atın. Gömmeyin. Tüm vatandaşlara aşağıdaki gibi bir duyuru yapılmasını istiyorum: “Her kim bu cesede çelenk koyarken ya da toprağa gömerken yakalanırsa ölüm cezasına çarptırılacaktır.” Kendine gel Antigone, cesetlerin başında sızlanmayı bırak ve içeri gir.

ANTIGONE: Baba! İkimize de ne kadar acımasızca davranıyor! Kalbim ölülerden çok senin için atıyor. Hayatın bazen trajik oldu, bazen olmadı, Ama her an kederle doluydu. Baba!

[Onu kucaklar] [Kreon’a]

Şimdi sana iki soru, yeni kralımız. Neden babama bu kadar zalimce davranıyorsun, ve onu Thebai’den kovuyorsun? Neden bir ölüye dehşet saçmak için kanunlar uyduruyorsun?

KREON: Eteokles’in kararları. Benim onlarla hiçbir ilgim yok.

ANTIGONE: Onlar deli ve sen de onlara itaat eden bir aptalsın.

KREON: Üzgün müsün? Emirlere itaat edecek kadar aptal mıyım?

ANTIGONE: Evet, eğer kötü ya da kinci iseler!

KREON: Öyleyse, onun köpekler için bir hediye olması adalet değil mi?

ANTIGONE: Senin uyguladığın adalet yasaların dışındadır.

KREON: Devlet düşmanı olduğu zaman kendini yasanın dışına attı.

ANTIGONE: [Acı bir şekilde] Peki ölüm yeterli bir ceza değil mi?

KREON: Hayır, gömülme hakkını da kaybetti.

ANTIGONE: Toprağın kendi payına düşen kısmına sahip çıkmaya çalışmasının nesi yanlıştı?

KREON: Gömülmeyecek, o kadar!

ANTIGONE: Devlet ne derse desin, onu gömeceğim.

KREON: Onun yanına kendin için başka bir mezar kaz!

ANTIGONE: Mükemmel. Aileden iki kişi yan yana yatacak.

KREON: Yakalayın onu ve içeri götürün!

ANTIGONE: Hayır – kardeşimin cesedini tutuyorum ve bırakmayacağım!

KREON: Karar verildi: Kader, kızım, karar verir, senin çocukça kaprislerin değil!

ANTIGONE: Buna da karar verildi: Ölülere saygı göstereceksiniz!

KREON: Kimse üzerine toprak serpmeyecek! İçki yok!

ANTIGONE: Onun hatırı için, annesinin, Jocasta’nın, Kreon!

KREON: Nefesini boşa harcama. Kazanamazsın.

ANTIGONE: En azından cesedi yıkamama izin ver.

KREON: Bu, şehirde yasak olan şeyler listesinde.

ANTIGONE: Sadece çirkin yaraları sarabilir miyim? [Cesedin yanında diz çöker]

KREON: Bu cesede hiçbir şekilde saygı göstermeyeceksin.

ANTIGONE: Canım, en azından dudaklarına veda öpücüğü verebilirim.

KREON: Kesin şu saçmalığı! Kendini düğün gününe böyle hazırlayamazsın.

ANTIGONE: Senin oğlunla evleneceğimi mi sanıyorsun? Ölmeyi tercih ederim!

KREON: Korkarım başka seçeneğin yok. Nasıl kaçacaksın?

ANTIGONE: Düğün gecelerinde kocalarını öldüren Danaïd’lerin hikâyesini biliyor musun? Yarın onlardan biri gibi olacağım!

KREON: Beni nasıl küçümsediğini görüyor musun?

ANTIGONE: Ciddiyim. Bu kılıç üzerine yemin ederim.

KREON: Evlilik konusunda fikrini değiştiren ne? Daha önce yeterince hevesliydin.

ANTIGONE: Zavallı babamın sürgününü paylaşmak niyetindeyim.

KREON: Çok asilce ve oldukça aptalca.

ANTIGONE: Ben de onunla birlikte öleceğim, bundan emin ol.

KREON: Git o zaman! Ülkemi terk et! Oğlumu öldürmene izin vermeyeceğim. [Saraya doğru çıkar]

OIDIPUS: Antigone! Jestin için teşekkür ederim, ama…

ANTIGONE: Eğer evlenirsem, baba, sürgüne yalnız gidersin.

OIDIPUS: Kal ve mutlu ol. Elimden gelenin en iyisini yapacağım.

ANTIGONE: Sana kim bakacak? Sen körsün, unutma baba.

OIDIPUS: Yere düştüğümde, kaderimin seçtiği yatağım orası olacak.

ANTIGONE: Bu ünlü Oidipus mu, büyük sorun çözücü?

OIDIPUS: O öldü. Bir gün beni kurdu: aynı gün beni devirdi!

ANTIGONE: Öyleyse yardımıma, yükünü paylaşmama ihtiyacın var?

OIDIPUS: Genç kızıyla seyahat eden kör ve yaşlı bir adam – insanlar dehşete düşerdi.

ANTIGONE: Hayır yapmazlardı – eğer mantıklı bir kız olsaydı, “Ne kadar güzel!” derlerdi.

OIDIPUS: Yardım et de annenin yüzüne dokunabileyim.

ANTIGONE: İşte buradasın. Elini uzat ve o çok sevdiğin bakımsız yüzü hisset.

OIDIPUS: Anne! Karıcığım! Seni zavallı mutsuz kadın.

ANTIGONE: Bu gördüğüm en üzücü şey.

OIDIPUS: Eteokles’in cesedi nerede? Ya Polyneikes’in?

ANTIGONE: İkisi de hemen yanında, ölümün içinde yan yana yatıyorlar. İkisine de birer elini koy ki, ellerim hüzünlü yüzlerini görebilsin.

İşte. İki oğluna da dokunabilirsin.

OIDIPUS: Burada ailem yatıyor – sefil bir babanın sefil çocukları.

ANTIGONE: Polyneikes – En çok seni sevdim hep!

OIDIPUS: Apollon’un kehaneti, çocuğum, şimdi gerçekleşiyor.

ANTIGONE: Ne kehaneti bu? Elimizdekilere daha fazla acı mı ekleyeceğiz?

OIDIPUS: Atina’da öleceğimi söyledi, evsiz barksız bir adam olarak.

ANTIGONE: Yer konusunda kesin mi o zaman?

OIDIPUS: Kutsal Kolonos, at tanrısının tapınağının olduğu yer. Hadi o zaman, yaşlı kör babanı götür. Yolda hayatımı paylaşmaya çok hevesli olduğunu görüyorum.

ANTIGONE: Hadi o zaman. Sürgünün kasvetli yolu çağırıyor. Elini uzat, seni yaşlı budala – bir gemiyi limandan çıkaran rüzgar gibi arkanda bana ihtiyacın var.

OIDIPUS: Tamam, tamam! Yola çıkıyorum. Senin nankör işin kör adamın sopası olmak.

ANTIGONE: Ben, ben – Thebai’nin en üzgün kızıyım.

OIDIPUS: Ayağım nereye gidecek? Sopamı nereye koymalıyım?

ANTIGONE: Buraya – buraya – bana yaslan ve buraya, ve buraya, yürümeye devam et, gücünün tükenmesine izin verme…

OIDIPUS: [Nefes nefese] Bana bak, bu yaşımda evimden sürüldüm – çaresiz bir sürgün. Bana yapılan haksızlık, adaletsizlik!

ANTIGONE: Haksızlık! Adaletsiz! Ne bekliyorsunuz ki?
Orada suçu gözeten bir Adalet yok ve suçluların başarılı olmasına izin veren aptalları düzelten hiçbir güç yok.

OIDIPUS: Ben dünyaca ünlü bir adamım. Cennetteki tanrılar bile, kuş cadısının çözülmez bilmecesini çözdüğüm zamanki ünlü zaferimin şarkılarını duydular…

ANTIGONE: Yine mi Sfenks! Geçmişteki başarılarını hatırlatmanın anlamı yok. Geleceğe odaklan – evsiz, vatansız, beş parasız, kör bir serserinin huzur içinde ölebileceği bir yer bul.

Antigone babasını yavaşça götürür. Cesetler, görevliler tarafından uygun bir şekilde kaldırılabilecekleri zaman gözden kaybolana kadar kalırlar. Oyunun olağan metni burada bitmez – ancak bu son sahnenin Euripides’in oyununun orijinal bir parçası olup olmadığı konusunda önemli şüpheler vardır.

ANTIGONE: Arkadaşlarımı gözyaşları içinde bıraktım. Geçmişimle tüm bağlarımı kopararak “hiçbir genç kızın yapmaması gerektiği gibi” dolaşmak için evimden ayrıldığımda beni özleyecekler. “Kahramanca fedakarlığımın” bana gereksiz bir şöhret getirecek olması küçük bir teselli. Sana ve kardeşime davranış şekli iğrenç. Bir rezalet. Cesedini atmak için götürüyorlar. Bu gece gidip onu gömeceğim baba, bu benim ölümüm anlamına gelse bile.

OIDIPUS: Geri dön ve arkadaşlarına veda et.

ANTIGONE: Hayır, yeterince ağladım.

OIDIPUS: Geri dön ve tanrıların sunaklarında dua et.

ANTIGONE: Hayır, benden yeterince dua aldılar.

OIDIPUS: Dionysos’un mabedinin, hayatlarını ona adamış genç kızlar tarafından kutsal tutulduğu dağlara çık…

ANTIGONE: Dionysus? Uğruna deri giydiğim ve bir dağın yamacında dans ederek kendimden geçtiğim tanrı mı? Annesi Semele’yi onurlandırdım -Tanrılar için onca çaba harcadım- ve karşılığında bana ne verdiler?

KAYNAKÇA:

The Phoenician Women, Euripides, Translated by Andrew Wilson, The Persians

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir