Hellespontos yani Çanakkale Boğazı‘nın hikayesini gelin birlikte irdeleyelim.
Mitoloji, öyle ya, eskilerin dinidir; rengarenk masallarla bezelidir. Medeniyetlerin beşiği Anadolu’da, nereye gitseniz yazılmış çizilmiş bir sürü hikaye bulabilirsiniz. Bunlara kimimiz masal der geçeriz. Çünkü hepimiz biliriz, periler ve satirler gerçek değildir. Ancak hikayelerin altını kazımayı hiç denediniz mi? Hadi, evvel zaman içinde kalbur saman içinde diyelim. Ve ünlü Altın Post Efsanesi’ne bir bakalım ve Çanakkale Boğazı’nı yani Hellespontos’u seyre dalalım.
Boeotia kralı Athamas, bulut perisi Nefele ile evlendiğinde Phriksos ve Helle isimli iki çocuğu olur. Ancak Nefele, bulut perisidir ve görevleri olan bir kadındır. Çocuklarını kocasına bırakıp gittiğinde, Athamas bir süre sonra tekrar evlenmeye karar verir. Bu sefer, ölümsüz bir periyi eş olarak almayacaktır.
İno, Thebai kralı Kadmos’un kızıdır. Avrupa’ya adını veren kadın onun halası, Afrika’ya adını veren kadınsa büyük nenesidir. Çok güzeldir ama soyu ne kadar şanlı olursa olsun o kadar da lanetlidir. Dionysos’un teyzesidir, Yunanistan’a Fenike alfabesini getiren adamın da kızıdır aynı zamanda. Dedik ya lanetli diye, Kadmos’un bütün tohumları gibi trajedilerle dolu bir hayata sahip olacaktır ama körpecik bir kız iken henüz bunu bilmemektedir.
İno, Athamas ile evlenir ve Boeotia sarayına yerleşir. Kraldan iki tane erkek evlat sahibi olur. Ancak, Athamas’ın diğer çocuklarına olan sevgisi, İno’yu yavaş yavaş korkunç bir kıskançlığa sürükler. Athamas ölünce, kim tahta çıkacaktır? Bulut perisinden olan oğlu Phriksos mu? Yoksa kendi oğulları mı? Kuruntuları, onu yavaş yavaş çılgınlığa sürükler. Uzun süredir, kafasında planladığı komployu, büyüyen nefreti ile gerçekleştirmek için ilk adımı atar. Büyüleyici güzelliği ile, şehrin kadınlarını buğday tohumlarını kavurması için ikna eder. İno’nun güzelliği altında böyle bir hasetin yattığını fark edemeyen halk, şehre korkunç bir kıtlığın gelmesine sebep olur. Athamas, o dönem her kralın yaptığı gibi, bir habercisini Delfi Tapınağı’na gönderir. Ne var ki, İno kahinleri de çoktan satın almıştır. Gelen yanıt nettir. Kıtlıktan kurtulmak için Athamas’ın Phriksos’u Zeus’a kurban etmelidir.
Athamas, kehaneti duyduğunda ne yapacağını bilemez ama şehrin sakinlerinin baskısı ile ikna olur. Kimisi der ki, Phriksos ülkesi için kurban edilmeyi zaten kabul etmiştir. Her türlü, Phriksos ve Helle, kendilerini kurban sunağında bulurlar. İno’nun gözlerinde korkunç bir ateş parlamaktadır.
Çocukların dizleri bile titremez, ama, olan biteni izleyen anneleri Nefele, Hermes’ten aldığı altın bir koçu çocuklarına tam zamanında göndermeyi başarır. Altın koç, sunağa çıkmış çocukları sırtına aldığı gibi Boeotia’dan uzaklaştığında, İno, Athamas ve halk dehşete düşmüş bir şekilde olan biteni izlemektedir. Phriksos ile Helle, koçun sırtında göğe yükselirler. İki çocuk, rüzgar yüzlerini yalarken, özgürlüğün tadına varmaktadırlar. Koç, dünya ayakları altında küçücük kalana kadar yükselir. Phriksos ile Helle de özgürlükten sarhoşturlar. Ancak küçük kız Helle, ölümden kurtulmanın verdiği tarifsiz rahatlıkla, koçu kavrayan ellerini gevşetir. Birden ne olduğunu anlamadan, koçun üzerinden kayar. Phriksos, kardeşini kurtarmak için hızla eğilir, ne yazık ki çok geç kalmıştır. Helle, küçülür küçülür ve denize bir kütle gibi düşer, masmavi serin sularda yitip gider. Derler ki burası, Helle’nin ardından Helle’nin Denizi anlamına gelen Hellespontos olarak anılmıştır. Biz bugün, Çanakkale Boğazı deriz oraya.
Phriksos ise koç ile birlikte yalnız ve üzgün yolculuğuna devam eder. Koç ayaklarını Kolhis’te yani Gürcistan’da karaya koyduğunda, Phriksos, koçu tanrılara kurban eder ve altın postunu bölgenin kralına hediye eder. Kral bu cömertliği karşısında, yeni bir hayata başlayan Phriksos’a kızını verir ve altın postu, şehrin en güzel bahçesine kor, başına da ejder bir bekçi diker. Kimse o zamanlar bilmez ama Altın Post, ünlü Argonotlar Seferi’ne neden olacaktır. Yunanistan’ın bütün kahramanları bir gemiye atlayacak ve postu tekrar Avrupa’ya getirmek için akıl almaz bir sefere çıkacaklardır. Bu sefer esnasında, Anadolu’yu ve Karadeniz’i karış karış gezecekler, yepyeni bir destan yazacaklardır.
Mitoloji, görkemli hikayeler anlatarak gerçekleri puslu bir havayla gizler. Çanakkale Boğazı’na (Hellespontos) bakınca gökte altın bir koçtan düşen kızı hayal edebilirsiniz. Phriksos’un gözleri yaşlı bir şekilde tepenizden uçup gittiğini ve altın koçun parıltılarının bir yıldız noktasına dönüştüğünü bile görebilirsiniz. Bu hikaye, antik yazarlar tarafından birçok kez anlatılmıştır. Bazıları daha fazla detay ekler, bazıları kısacık bahseder ve geçer. Altın postlu bir koçun varlığını çokta sorgulamayız. Binlerce yıl önce buna inanmış insanları da garipsemeyiz, çünkü biz de yeni nesil masallara inanmayı tercih ederiz.
İçlerinden bir yazar, ünlü tarihçi Diodorus Siculus, o zamanlar anlatılan hikayenin başka bir versiyonundan bahseder. Phriksos, üvey annesinin entrikalarını anladığında, kız kardeşi Helle’yi de alıp, pruvasında altın koç kafası bulunan bir gemiye atlamış ve Yunanistan’dan kaçmıştır. Ancak yolculuk esnasında, deniz tutması yaşayan Helle, gemiden aşağı sarkınca dalgalarla köpüren denize düşmüş ve bu şekilde boğulmuştur. Ne kadar da yalın ve akla uygun bir hikaye değil mi? Altın postlu bir koç yerine bir gemi, bulut perilerinin ilahi müdahalesi yerine sezgileri güçlü bir adamın kaçma tercihi.
Binlerce yıl önce yaşayan insanlar da, bazen, masalları sorgulamışlardır. Hiçbir zaman gözlerinizle tanık olamayacağınız mucizelere inanmak, belki de zihnimizin evrimsel sürecinde kolaylaşmıştır ama hep “Hayır, öyle şey olur mu?” diyen birileri çıkmıştır. Ne var ki, Diodorus Siculus’un anlattığı öykü, tarihsel bir bilgiden öteye gidemezken, Altın Post hikayesi çağları aşmış ve günümüze kadar uzanmıştır. Korkunç trajedilere tanık olduğumuz bu dünyada, masalların gerçeklere katlanmak için icat edildiği, bence apaçık ortadır.
Şimdi Çanakkale Boğazı’na tekrar bakın. Gökyüzünde altın postlu bir koç mu göreceksiniz yoksa memleketinden korkuyla bir tekneyle kaçan çocukları mı? Tercih sizin, tabi ki.